Yaşar Kemal, Mayıs 1951’de ziyaret ettiği Diyarbakır’ı anlatırken surun içi ve dışı olmak üzere ikiye ayırıyor. Ona göre en genişi dört adım gelen sokakları, kara, kirli, yıpranmış bazalttan yapılmış ve ortasında illaki küçücük bir havuz bulunan evleriyle sur içi eskiyi temsil ederken, o zamanlar büyük kısmı henüz inşaat halinde olan dışarısı ise yeniyi müjdeliyor.
Aradan 70 yıldan fazla süre geçtikten sonraysa artık Sur da kendi içinde ikiye ayrılıyor: Yaşar Kemal’i okurken gözünüzde canlanan sokakları, evleri ve kahvehaneleri hala görebileceğiniz, yaşamın binlerce yıldır devam ettiği eski Sur ve dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun Şubat 2016’da ‘Toledo olacağını’ duyurduğu yeni Sur.
Diyarbakırlılar arasında Davutoğlu’na referansla ve yüzlerde ekşi bir ifadeyle ‘Toledo’ olarak anılan yeni Sur, tarihi bölgenin doğu bölümünü kaplıyor ve Dört Ayaklı Minare’den başlayarak bölgeyi Dicle Nehri’nden ayıran surlara kadar uzanıyor. İçinde dükkanların, konutların, kaymakamlık ile emniyet binasının yanı sıra devasa bir yeşil alanın da bulunduğu bölgenin bir bölümünde yaşam bir şekilde başlasa da, diğer bölümlerde restorasyon çalışmaları hala devam ediyor.
Diyarbakır’ın çevre köylerinden 1978’de Sur’a taşınan ve yaklaşık 40 yıl boyunca Fatihpaşa Mahallesi’nde yaşayan Ali Çiçek’in üzerinde Diyarbakır işi şalvar, gömlek ve yelek var, terliklerini çıkarıp önüne koymuş, sırtını geniş yeşillik alandaki ağaçlardan birine dayamış, önünde uzanan yeni Sur’u izliyor. Yıllarca yaşadığı yerin yeni hali onun için tanınmaz olsa da bu ağaç 66 yaşındaki Çiçek’e hiç de yabancı değil.
“Biz hasar tespiti için getirdiler buraya, bu ağaç olmasaydı evin yeri nerede bilemeyecektim. 40 yıl yaşadığım mahallede şu an bir tane ev yok. 40 sene ne demek, bir ömür” diye başlıyor anlatmaya. “Fatihpaşa 1249 haneydi şimdi 50 hane var ya da yok. Hasırlı, Cemal Yılmaz, Savaş Mahallesi… bunların hiçbiri kalmadı. Herkes bir tarafa gitti; kimi borçlanıp TOKİ’den ev aldı kimi benim gibi kiracı kaldı…”
Türkiye, 2013-2015 aralığında PKK’nin silah bırakması ve Çözüm Süreci’yle bir ateşkes dönemine girerken, Haziran 2015 seçimlerinden sonra sürecin sona ermesiyle birlikte gerginlik yeniden yükselmişti. Ağustos 2015’te Doğu ve Güneydoğu’daki birçok ilçeyle birlikte Sur’da da “öz yönetim” ilan edilmiş, PKK üyelerinin ilçede hendekler kazıp barikatlar oluşturmasının ardından Eylül ayında güvenlik güçlerinin düzenlediği operasyonlar ve sokağa çıkma yasağı uygulamaları başlamıştı.
Aralıklı olarak devam eden sokağa çıkma yasakları, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin 28 Kasım’da öldürülmesi sonrasında Aralık ayı başında süresiz hale getirilirken, ilçede yaklaşık üç ay boyunca devam eden yoğun çatışmalar sırasında yaklaşık 2.400 kişi hayatını kaybetti ve Af Örgütü verilerine göre 24.000 kişi Sur’u terk etmek zorunda kaldı. İlçedeki 6 bin 292 konut için de 2016’da acil kamulaştırma kararı verildi.
Ali Çiçek’in hayatının yarısından fazlasını geçirdiği ev de hakkında kamulaştırma kararı çıkarılanlar arasındaydı. Sur’dan taşınmalarının ardından devletten bir yıl boyunca kira yardımı aldığını söyleyen Çiçek, şimdilerde eski evine yürüyerek bir saat mesafede bulunan, kentin yeni ve popüler villalar bölgesiyle Sur arasında kalan Huzurevleri semtinde yaşıyor:
“Burada yaşarken mahallede 1.200 ev vardı, tanımadığımız yoktu. Komşularla birbirimize gidip gelirdik, sokakta oturup çay içerdik ama şimdi gittiğimiz yerde böyle şeyler yok. Bizim sitede 104 tane ev var, dördündekileri belki tanıyoruz belki tanımıyoruz. Buradayken geçinebiliyorduk; doğalgaz, yol parası, bina aidatı yoktu, şimdi hepsi var. 40 seneyi geride bıraktık gittik buradan, bir şey götüremedik, sadece üstümüzdeki elbiselerle çıktık…”
“Evlerimizi restore edebilirlerdi ama bırakmadılar” diyen Çiçek eski mahallesini, komşularını özlese, nefes almak için 40 yıl gölgesinde yaşadığı ağacın altına gelse de yeni Sur’da kendileri için bir hayatın mümkün olduğunuysa düşünmüyor: “Buraya gelecek halimiz yok. Ev alamayız, pahalı buranın evleri. Buranın yaşamı da zor bu andan sonra çünkü her yer işyeridir. Burada kimse yaşayamaz, çok zor, ben inanmıyorum…”
Çatışmalar öncesinde 20 binin üzerinde insanın yaşadığı Cevatpaşa, Fatihpaşa, Hasırlı, Cemal Yılmaz, Savaş ve Dabanoğlu mahallerindeki insanların büyük bir çoğunluğunun başka mahallere göç ettiğini aktaran Avukat İhsan Aslan da vatandaşların hem zararlarının karşılanmasını hem de evleri ile işyerlerini geri istediğini ancak bunun gerçekleşmediğini söylüyor.
Sur’daki kamulaştırma kararının ardından bölgedeki tapu sahiplerine üç seçenek sunulmuştu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı metrekare hesabı üzerinden evler için ödeme yaparken, hak sahiplerineyse bu parayı alıp gitmeleri, TOKİ’nin kent merkezinden oldukça uzaktaki sitelerinden indirimli ev almaları ya da “aradaki bedeli üstlenerek” yeni evlerden satın almaları teklif edilmişti.
Aslan’ın Turkey recap’e verdiği bilgiye göre, çoğunlukla dar gelirli vatandaşların yaşadığı bölgedeki birçok kişi “fahiş miktarlardaki geri ödemeyi karşılayamadığı için” Sur’u terk etmek zorunda kaldı.
Kamulaştırma davası sürecindeki emsal araştırmasında mahkemelerin serbest piyasa bedellerini esas almaması sebebiyle mağduriyetler yaşandığını belirten Aslan, “Başta Sur içinde kamulaştırma tercih edilerek yeni bir yapılaşmaya gidilmesi yanlıştı. Bunun yerine kesinlikle yerinde dönüşüm üzerine bir imar uygulaması yapılmalıydı. Çünkü bu yol izlenseydi insanlar muhitlerinden edilmezdi. Zor olurdu belki ama mümkündü. Bunun yapılmaması hatadır, ciddi anlamda haksızlıklar yaşandı” diyor.
Vatandaşların avukatlarla iletişime geçmemesinden dolayı konunun yoğun şekilde yargıya taşınamadığını ve mağduriyetlerin katlanarak arttığını kaydeden Aslan, sokağa çıkma yasakları döneminde evine ulaşamayan Emrullah Yılmaz'ın başvurusu sonrası Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) zararın giderilmesine yönelik verdiği kararın emsal niteliği taşıdığının altını çizerek bu şekilde zararların tazmin edilmesi yönünde yargı yolunun açıldığını belirtiyor.
Evlerinden olan Surlular için tazminat yolu açılsa da bölgenin eski haline dönmesi mümkün gözükmüyor. Keza yine Anayasa Mahkemesi, binlerce kişiyi yerinden eden kamulaştırma kararını Ocak 2022’de anayasaya uygun olarak nitelendirdi ve herhangi bir hak ihlâli olmadığına karar verdi. Diyarbakır Mimarlar Odası Başkanı Ferit Kahraman ise hükümet yetkililerinin Sur’un ‘aslına uygun şekilde yeniden inşa edildiği’ iddiasının gerçeği yansıtmadığını düşünüyor.
“Sur içerisinde Toledo benzeri çalışma yürütülecek diye beyanlarda bulunanlar, betonarme, tamamıyla sosyal sokak dokusundan alakasız, malzeme ve yapım kültürünü bir tarafa bırakan bir yapı inşa sürecine girdiler” diyen Kahraman, yeniden inşa sürecinde eski yapıların toprak altında kalan kalıntılarının ya da temel izlerinin de yok edildiğini savunuyor.
‘Toledo’nun sokaklarında gezinirken betonarme binalar üzerindeki bazalt kaplamaların şimdiden yer yer döküldüğünü, alandan çıkarılan eski taşların şehir dışındaki bazı bölgelerde molozlar arasına atıldığını görmek mümkün. Yıkım öncesi ‘havş’ adı verilen iç avlulara sahip evlerin eski Sur’da görülmeyen ortak bahçeler etrafında gruplandırılmasıysa kent sakinlerince F tipi cezaevlerindeki sisteme benzetiliyor.
Kahraman, bu yeni mimari durumu iki nedene dayandırıyor: İlki projeyi bölgedeki yapıdan ve kültürden bihaber olan kişilerin çizmesi ve ve projenin tek kişiye ihale edilmesi. İkinci neden ise insanların burada yaşamlarını sürdürecek imkân bulamamaları sebebiyle bölgeden bir şekilde sürülmelerinin ardından bahçe duvarlarının kaldırılarak yapıların butik otellere, ticari işletmelere dönüştürülmesinin hedeflenmesi.
Mimarlar Odası Başkanı, Sur’un tamamı için çıkarılan riskli alan kararının da gerçekliğini koruduğunu belirterek bu kararın altında bölgeyi ‘yandaşlara peşkeş çekme amacının’ yattığını savunuyor. Kahraman’ın bu iddiasının altında çatışmalar sonrası inşa edilen yeni yapıların Sur sakinlerindense ‘belli kesimlere’ verilmesi yatıyor.
Gerçekten de Sur’un yeniden inşa edilen kısmındaki konutlarda vatandaşlardan çok dernek ve STK merkezleri yer alıyor, birçok ev ise boş bir şekilde bekliyor. Ticari faaliyetler için ayrılan alanlardaysa yerli esnaftan çok zincir markaların dükkanları görülüyor. Bir buçuk yıl önce Kahramanmaraş’tan Diyarbakır’a yerleşerek geldiği kentin ünlü markalarından birine ait zincir bir dondurmacının ikinci şubesini Sur’da açan Nermin Teke de bu girişimcilerden biri.
Diyarbakır’da bir işletmesi daha bulunan 38 yaşındaki Teke, “ileride değerleneceği” beklentisiyle Sur’da yeni inşa edilen dükkanlardan birini kiralamış. Diğer dükkanlarında 5 bin lira olan kiranın yeni açtıkları yer için 30 bin lirayı bulduğunu söyleyen Teke, işlerin nasıl gittiği sorusuna “Çok şükür. Şükür etmek zaten âdettendir. Şükür etmezsek şikayet gibi oluyor” cevabını verip ekliyor:
“Geçen ay 18 bin lira elektrik faturası geldi. Günlük ciromuzla şu anda sadece eleman ücretlerini ödeyebiliyoruz. Etraftaki esnaf da benzer durumda. E ne oluyor bu durumda; gidiyorsun kredi çekiyorsun, işin içinden çıkamaz hale geliyorsun. Bu durum sadece bizim için geçerli değil. Etrafta tanıdığımız esnaflar da bir araya gelip bunları konuşuyor. Hiç kimse halinden memnun değil.”
Yaşanan sorun, sadece Sur’un yeniden inşa edilen bölümüyle sınırlı da değil. Dört Ayaklı Minare’nin yıkılmayan tarafında kalan ve mülkiyeti Keldani Kilisesi’ne ait olan Diyarbakır Kahvaltı Evi de Sur’daki dönüşümden nasibini almış. Yap-işlet-devret yöntemiyle restore edilen bahçeli ev 2013 yılında faaliyete girmiş, 2015 yılındaki çatışmalardan sonra ise kapanmak zorunda kalmış. Mekanın olduğu sokakta yasak olmasa da bölge çatışmalardan sonra 2018’e kadar güvenlik nedeniyle fiili olarak kapalı kalmış.
Mekanın işletmecilerinden Merthan Anık, “Yasaktan önce yerimiz popüler mekanlardandı. Bir çizgi tutturmuştuk” diye anlatıyor. “Şimdi ülkenin güncel politik, ekonomik durumuna göre git geller yaşıyoruz. Son dönemde özellikle bayağı bir sıkıntı çekiyoruz. Arafta kalmış bir durumumuz var.”
Kentin tarihi dokusuna uygun bazalt taşla yeniden inşa edilen mekanın birkaç metre ötesinde uzanan yeni Sur’daki yapıları ‘ucube’ olarak nitelendiren Anık, bu bölgenin turistler tarafından da rağbet görmediğini söylüyor. Anık’ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise turistlerin yanı sıra yerli halkın da Toledo’dan uzak durması.
Çocukluğu Sur’da geçen şimdiyse ismiyle münhasır Yenişehir’de yaşayan bir Diyarbakırlı, ismini vermek istemiyor ama kentteki birçokları gibi Anık’ın yorumunun haklılığına katılıyor: “Biz günlerce oturduğumuz evlerden çocukluğumuzun bombalanmasını dinledik. Sonra iş makineleri girdi, bizim bütün geçmişimizi alıp götürdü. Şimdi gidip bizim hayatımızın, ölülerimizin üzerine gıcır gıcır binalar dikmiş tırşikçiler, orası artık ne bize yar olur ne onlara…”