Kara Kafa'dan Deutsch-Türk'e: "İslamofobi Türkiyeli göçmenlerde köküne dönme hissiyatı doğuruyor"
Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı Direktörü Halil Uslucan ile Almanya'da yükselen göçmen karşıtlığının Türkiyeli göçmenleri nasıl etkilediğini konuştuk
Türkiye’den Almanya’ya giden ilk işçi göçünün üzerinden 63 yıl geçti. Bugün Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin büyük kısmını ilk kuşak "misafir işçilerin" çocukları ve torunları oluşturuyor. Kuşaklar yerlerini yenilerine bıraktıkça Türkiyelilerin Almanya’daki pozisyonu da değişti. Bugün Türkiye’den gelen göçmenler, spordan sanata, siyasetten akademiye her alanda temsil ediliyor. Ancak göçmenlerin maruz kaldığı ırkçılık ve ayrımcılık değişmeyen bir başlık olarak kalmaya devam ediyor.
Almanya’da aşırı sağ partilerin hızlı yükselişi ve toplumda artan göçmen karşıtlığı bu tartışmaları daha da alevlendirdi. Almanya’nın iki eyaletinde 1 Eylül'de yapılan seçimlerde aşırı sağ 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir eyalet seçiminden zaferle çıktı. Seçim sonuçları Almanya toplumunda yükselen göçmen karşıtlığını da yansıtıyor.
Bertelsmann Vakfı araştırmasına göre toplumun önemli bir kesimi ülkenin daha fazla yük kaldıramayacağını düşünerek sığınmacı kabulünün durdurulmasını talep ediyor. Artan sınır dışı oranları ve “Almanya’nın Türkiye vatandaşlarını sınır dışı edeceği” yönündeki iddialar da Türkiye kökenli göçmenlerin geleceği konusundaki endişeleri artırıyor.
Duisburg-Essen Üniversitesi Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı Direktörü Hacı Halil Uslucan, “Bir Alman her zaman Suriyeliyle Türkiyeliyi ayırt etmiyor” diyor. Almanya’da son yıllarda artan yabancı karşıtlığı, Türkiyeli göçmen ve mültecileri de olumsuz etkilemiş ve Uslucan’a göre bu durum bazı Türkiyeli göçmenler arasında kökenlerine daha fazla sahip çıkma eğilimi yaratmış.
Türkiyeli göçmenlerin sayılarının da fazla olması sebebiyle doğrudan ya da dolaylı olarak ırkçılığa en çok maruz kalan topluluklardan biri olduğuna dikkat çeken Uslucan, kişinin etnik kökeni ya da dini inanışı farklı olsa dahi çoğunluk kültürü tarafından “Türk ve Müslüman” olarak algılanmasının, onlardanmış gibi bir yaklaşımla karşılaşmasının bazılarında yeniden İslam'a veya Türkiye'ye, köklerine dönme, re-ethnisierung hissiyatı doğurduğunu söylüyor.
Bir zamanlar Almanlar tarafından “Kara Kafa” (Schwarzkopf) diyerek aşağılanan ilk kuşak göçmenlerin torunlarının bugün kendilerini “Deutsche-Türk” olarak nitelendirdiklerini belirten Uslucan, iki kültürün on yıllar boyunca birçok konuda yakınlaştığını, birbirine uyum sağladığını ifade ediyor. Ancak bunun tek bir istisnası var, o da din.
Yeni kuşağın uygulamada olmasa da aidiyet bağlamında dine önem verdiğini kaydeden Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı Direktörü, dinin uyum ve iki toplumun hızla birbirine yaklaşmasının önündeki en büyük engellerden biri olduğunu düşünüyor.
Uslucan ile Almanya’nın yaklaşık üç milyonluk Türkiyeli göçmen ve mülteci nüfusunu, İslamofobinin artmasının bu grup üzerindeki etkilerini ve diasporanın içindeki ayrışmaları konuştuk…
Resmi rakamlara göre, Almanya’da Afganistan ve Suriye’den gelen yaklaşık 1.5 milyon göçmen ve mülteci bulunuyor. Almanya’ya son yıllarda Türkiye dışındaki ülkelerden gelen göçün artması, Alman kamuoyunun Türkiyeli göçmenlere karşı tavrını değiştirdi mi? Değiştirdiyse olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi? Bu değişimde, Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin uzun süredir burada olması etkili oldu mu?
Birçok kişinin Almanya’ya, özellikle Suriye'den, Afganistan'dan, İran'dan, Pakistan'dan gelmesi Türklerin dezavantajına oldu. Bir Alman, Ukraynalı göçmen ile Suriyeli göçmeni rahat ayırt edebiliyor. [Ukraynalı göçmenlere] gerçekten ‘hoş geldin’ kültürü uygulandı. İlk etapta Suriyelilere de uygulanmıştı ama bu kadar [çok] olacakları varsayımından yola çıkılmamıştı. Rakamlar arttı ve bazı olaylar -2016'da Köln'de yaşanan cinsel istismarlar, sonraki şiddet olayları- oldu…
[Bu olaylara karışanların] Ukraynalı değil daha fazla Arap, Müslüman kökenli göçmenler olması, kamuoyundaki algıyı ve tutumu değiştirdi. Maalesef bunlar Türkiyelileri de negatif etkiliyor. Sıradan bir Alman her zaman Suriyeliyle Türkiyeliyi ya da yeni gelen mülteciyle 30-40 senedir burada yaşayan bir Türk vatandaşını ayırt edemiyor.
Ama biraz tarihi açıdan bakacak olursak, tarih boyunca daha sıkıntılı bir grup gelmesi ilk grubun pozisyonu yükseliyor. Almanya ilk göçü 55'te İtalyanlarla yaptı, İtalyanlara ilk zamanlar çok negatif, çok sert bakılıyordu. Onlara da çok antipatiyle, gangster gözüyle bakıldı. Şimdi insanlar “İtalyan yemeği yemeye gidiyorum” diyor, onlar için çok asil bir lokanta. Yani İtalyanların pozisyonu çok yükseldi. Niye? Daha sıkıntılı bir grup geldi: Türkler!
Sonra 90'lı yıllarda Rusya'dan, Lübnan'dan mülteciler geldi, Arnavutluk’un çözülmesiyle birçok insan geldi. Ne oldu? Türklerin pozisyonu yükseldi. Bu sefer “Onları tanıyoruz artık. Onlar o kadar sıkıntılı değil” oldu. Daha sıkıntılı bir grup gelince öbür grup yükseliyor.
Hatta ilk göçmen grubuyla Alman alt sınıfı yükselmişti. Buna sosyolojik edebiyatta “unterschichtung” deniyor. Alt tabakanın bir asansöre binip yukarı çıkması gibi bir şey, en alt tabaka hiçbir şey yapmadan toplumda yükseliyor. Niye? Onlardan daha kötü bir grup var. Toplumun daha altında gelen bir grup var. Normalde bunun için bir çaba göstermeniz lazım, diyelim ki iyi bir eğitim alıyorsunuz ya da kariyerinizde başarılısınız, o zaman alt sınıftan yukarı çıkarsınız. Ama Alman alt sınıf hiçbir şey yapmadan yukarı çıktı çünkü toplumsal pozisyonu daha düşük bir grup geldi. Bu sosyolojide doğal bir mekanizma, “gelen gideni aratır” mentalitesi gibi.
Türkiye'de “Türklerin Almanya'da çok ırkçılığa uğradığı” gibi bir algı var. Bunun gerçeklik payı nedir? Başka ülkelerden gelen göçmenlerin etkisiyle bu durum değişti mi?
Burada gerçekten dengeli bir cevap vermek gerekiyor. Bir yandan evet ırkçılık, dışlanmaya maruz kalmak Türkiyeliler arasında çok yaygın. Bunu biz kendi yaptığımız araştırmalarda da görüyoruz. 1999 yılından 2019'a kadar her sene veya her iki senede yaptığımız araştırmalarda soruların birisi de bu: “Geçen sene herhangi bir alanda ayrımcılığa uğradınız mı? Uğradıysanız hangi alanlarda?” Bu soruya “evet” diyenler her zaman yüzde 60 ile yüzde 80 arasında, yani olağanüstü çok.
Benzer bir araştırma, devletin bilirkişi komisyonunda da yapıldı. Orada Türkiyeli göçmenlere de, başka ülkelerden göçmenlere de soruluyor “Kökeninizden dolayı herhangi bir ayrımcılığa uğradınız mı?” Türkiyeli göçmenlerde “Evet” diyenler yüzde 20-22. Başka ülkelerden gelenler yüzde 10-15. Türkiyeli göçmenlerde daha fazla ve bu oran en fazla da Türkiyeli Müslümanlarda. Mesela başörtülü bir Türk kadınının hem Türkiyeli hem de Müslüman olduğu belli oluyor.
Ama bir grup hakkında yeteri kadar kamuoyunda konuşulmuyor, o da “Roma und Sinti” (Romanlar). En çok ırkçılığa, dışlanmaya maruz kalan bu grup. Onların yeteri kadar lobisi yok, onlar yeteri kadar kamuoyunda görülmüyor. Bunu bilirkişi komisyonunda yapılan bir araştırmada sormuştuk: “Kim ile komşu olmak istemiyorsunuz?” Büyük bir farkla onlarla kimse komşu olmak istemiyor. İkinci grup da Müslüman aileler.
Biz Türkiyeli olarak tabii kendi dışlanmamıza bakıyoruz veya çevremizdeki arkadaşlarımız Türkiyeli olduğu için onların dışlanmasını görünce özdeşleşme yoluyla kendimizi de kötü hissediyoruz. Siz bir kişi olarak dışlanmaya maruz kalmayabilirsiniz ama sizin çevreniz var, arkadaşınız var, eşiniz var, kardeşiniz, anneniz, babanız var… Onlardan birisi dışlanmaya maruz kalırsa siz de etkileniyorsunuz.
Diyelim ki yolda biri annenize küfür etti, “Scheiß Türke” (Lanet Türk) dedi, siz de etkileniyorsunuz. Bu bakımdan, grup bazlı dışlanma daha yüksek çünkü Türkiyelilerin sayısı üç milyona yakın. Potansiyel olarak dışlanma, herhangi birisinin dışlanmaya maruz kalması ve başka birisinin de ondan etkilenme ihtimali daha fazla. Rakam yüksek, yoğunlaşmış bir şekilde yaşıyorlar ve herhangi birinin dışlanması başkasını da etkiliyor.
Tabii bir de psikolojik boyutu var, onu hiçbir zaman gözden kaçırmamak lazım. Irkçılığı objektif bir şekilde ölçmek çok zor. Diyelim ki, siz herhangi bir devlet dairesine gidiyorsunuz, oradaki çalışan size kötü davranıyor. Siz diyorsunuz ki “Bu benim ismimi gördü, tipimi gördü, Türk olduğumu anladı. Bundan bana kaba davranıyor.” Ama o kişi belki herkese kaba davranıyor. Bir Alman gidiyor ona da kötü davranıyor. Siz diyorsunuz ki “Bu benim yabancı olduğumu anladı, bundan böyle sert cevap verdi.” Orada ırkçılığın oranı yükseliyor, çünkü subjektif bias dediğimiz, kişisel yanılma payı da var, ondan tam ölçmek zor.
Almanya’da yabancı karşıtlığı ile İslamofobi’nin artması, Türkiye’den gelen göçmen ve mültecilerin kökenleriyle ilişkisini nasıl etkiledi? Türkiye kökenli göçmen toplumunun iç dinamiklerini değiştirdi mi?
Grup homojen olmadığı için kesin bir cevap vermek çok zor, milliyetçisi var, milliyetçiliğe karşı olanı var… Kendisini Türk değil, Kürt olarak tanıtan var, belki kendisi “Benim Türklerle hiç alakam yok” diyor ama karşı taraftan yine Türk olarak algılanıyor.
Ama kişinin çoğunluk kültürü tarafından Türk olarak algılanması ve İslam'a karşı olmasına rağmen onlardanmış gibi bir yaklaşımla karşılaşması, bazılarında yeniden İslam'a veya yeniden Türkiye'ye dönme, re-ethnisierung -yeniden kendi köküne dönme- hissiyatı doğuruyor.
Güçlü bir “biz” arama ihtiyacı, insanlarda gayet doğal bu bir tutum. Almanya’daki “güçlü biz”e dahil edilmiyorsanız siz de başka bir güçlü grup arıyorsunuz. Bu Türkiye olabiliyor, bu İslam olabiliyor. Daha önce hiç dinle alakası olmayan kişiler bile dini savunma durumuna düşüyor, “Hayır Müslümanlar dediğin gibi değil” diyor. Daha önce belki hiç İslam ile ilgilenmedi ama kendisini o kültüre yakın hissediyor. Kendisi o kadar dindar olmasa bile, günlük hayatında uygulamasa bile bir yakınlık var. İslamofobik bir yaklaşım olunca da İslam'ı, Türkiye'yi savunma pozisyonuna düşüyor.
Normalde belki Türkiye'yi de eleştiriyor. İslamofobinin yükselmesi bir kargaşa yarattı, zaten meyilli olan gruplarda daha sıkı bir sarılmaya sebep oldu. Büyük bir geri çekilmeye, kendi dinine, kendi kültürüne, kendi milletine daha sadık kalmaya yol açtı.
Bu durum gençlerde çok görülüyor. 12, 13, 14 yaşındaki bir gence okulda “Siz Müslümanlar bunu nasıl yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda çocuklar bu konu hakkında daha önce hiç düşünmemiş olsa da düşünme ve cevap verme ihtiyacı duyuyor.
Demin söylediğiniz gibi, Almanya’ya Türkiye'den gelen göçmenlerin birçoğu da Kürt veya belki başka etnik kökenden. Alman kamuoyunda Türkiyeli göçmenlerin arasında bu ayrım yapılıyor mu?
Buraya Türkiye’den gelen göçmenlerin yaklaşık dörtte biri Kürt, oran neredeyse Türkiye'deki oran gibi. Tahminen 600,000 Türkiyeli göçmen Kürt, ama Almanlar bu ayrımı nasıl yapsın? Alnında yazmıyor “Ich bin Türkisch, ich bin Kurdisch” diye.
Bu fark seçimlerde belli oluyor. Büyük bir farkla AKP önde, yüzde 60 ile yüzde 75'e varan bir farkla, özellikle Ruhr havzasında olağanüstü yüksek. Mesela Berlin'de yüzde 50.
Türkiye ile şöyle bir fark var; seçimler üzerine yaptığımız araştırmalarda ikinci büyük parti bazen CHP, bazen Kürt partileri oluyor. Türkiye'de (Kürt partileri) mesela üçüncü, dördüncü sıraya geliyor. Ama burada neredeyse ikinciliğe kafa kafaya yarışıyorlar.
Cumhuriyet Halk Partisi’ne burada o kadar büyük bir destek yok. Çünkü Türkiye'deki parti programı, Türkiye için önemli olan bir program. Mesela sekülerizm, laiklik…
Ama burada mesela sol eğilimli kişiler var. 80 yıllarında Türkiye'deki darbeden sonra buraya gelenler, rejim karşıtı olup da gelmek zorunda kalanlar, bir de tabii 2016'dan sonra gelen 40-50 bine yakın akademisyen var. Onlar da genelde Türkiye'deki rejime karşı ve sol eğilimli partileri seçiyorlar. Bu bazen CHP oluyor, bazen Kürt partileri oluyor, yani muhafazakarlık Türklerin geninde yatan bir şey değil.
“Almanya’daki Türkiyeli göçmenler” dediğimizde bu grup aslında artık ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü kuşak, belki de Türkiye’de hiç yaşamamış ya da ziyaret etmemiş kişileri de içeriyor. Sonraki kuşaklardaki Türkiyeliler ırk kimliklerini nasıl şekillendiriyorlar? Sonraki kuşakların değerleri ve dünya görüşleri, önceki kuşaklardan nasıl farklılaşıyor?
Kendini tanıtacak olursa, Deutsch-Türk'üm diyor, Alman-Türk. Deutsch-Türk olarak kamuoyunda bazı alanlarda görülüyor, bazı şirketler bu gruba çok iyi hitap ediyor. Mesela Targo Bank “Targo Bank, bankadaş” diyor. Bunu ancak iki dilli burada büyüyen anlayabilir. Banka ve arkadaş. Ticari amaçla iki dilliliğe, çift kültürlülüğe hitap eden kuruluşlar var.
Birçok alanda benzerlik var, uzun vadeli bir yaklaşma var, bir konu hariç: Din konusu. Din konusu, uyum ve iki toplumun hızla birbirine yaklaşmasının önündeki en büyük engellerden birisi. Din konusunda insanlar “Biz biraz Müslüman, biraz Hristiyanız” demiyor. Öbür konularda bu var; giyim, tarz, müzik stili, arkadaşlık, evlilik…
Üçüncü kuşakta uluslararası evlilikler gayet doğal, ama birinci kuşakta çok azdı. Kendi kültürünü korumak, evlilik ya da din gibi kültürün kolonları olan faktörlerde belli oluyor.
Genç kuşak dine önem veriyor mu?
Aidiyet konusunda evet ama uygulama konusunda hayır. Uygulama konusunda bir asimilasyon var. Ama aidiyet bölümünde çok büyük bir gerileme yok.
Bu bir tek İslam'la ilgili değil, din kişiliğin olağanüstü güçlü bir parçalarından birisi. Dinden uzaklaşabilirsiniz ama din değiştirmek veya tamamen kopmak, karşıt olmak için çok ağır biyografik olaylar yaşamış olmanız gerekir.
Diasporada, azınlıkta olunca dini kimlik daha ön plana çıkıyor, bilinçli yaşıyorsun. Örneğin Türkiye'de ben Türk'üm diye kendini tanıtman gerekmiyor, ama burada çok kültürlü bir ortamda diyelim ki Suriyelisi var, İranlısı var, Hollandalısı var, İsveçlisi var, Avustralyalısı var… Kişiliğin bir bölümü ön plana çıkabiliyor, azınlığın da getirdiği bir olgu var burada.
Turkey recap, Türkiye gündeminden haberler sunarken aynı zamanda Türkiye'de haber yayıncılığını ve gazetecileri desteklemek ve hep birlikte üretmek amaçlarıyla kurulmuş bağımsız bir haber kaynağıdır.
Editoryal ekibimiz tarafından kurulan ve kâr amacı gütmeyen bir dernek olan Kolektif Medya Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Turkey recap Türkçe ve İngilizce dillerinde yayın yapar, derinlemesine analizler ve ülke gündemini özetleyen bültenler üretir.
Gonca Tokyol, Şef editör @goncatokyol
Diego Cupolo, Genel yayın yönetmeni @diegocupolo
Ingrid Woudwijk, Yönetici editör @deingrid
Damla Uğantaş, Türkçe editörü @damlaugantas
Emily Johnson, İngilizce editörü @emilyjohnson
Azra Ceylan, Ekonomi muhabiri @azraceylani