Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2021 yılında yaptığı “helalleşme yolculuğuna çıkma kararı” açıklamasından bu yana, Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan birçok olayla “yüzleşme” pratiğinin nasıl olması gerektiğiyle alakalı yaklaşımlar, birçok kesim tarafından hala tartışma konusu.
Helalleşme tanımını “yüzleşmek, barışabilmek, devam edebilmek” olarak ifade eden Kılıçdaroğlu, helalleşilecekler arasında “28 Şubatçıların açtığı yaraları taşıyanları, ikna odalarına sokulan başı kapalı kızları, Roboskî’yi, Sivas ve Maraş mağdurlarını, Diyarbakır hapishanesi mahkûmlarını, mahalleleri gasp edilip sürülen Romanları, Varlık Vergisi altında inim inim inlemiş azınlıkları, 6-7 Eylül olaylarının mağdurlarını, mahkemelerde süründürülen askerleri ve ailelerini, Londra’ya göç etmiş en parlak genç beyinleri, Ali İsmail Korkmaz’ın ailesini, Soma’yı, darbeciler tarafından bir sağdan, bir soldan asılan gençleri, oğlu Oğuz Arda Sel’i kaybeden ve mahkemelerde süründürülen Mısra Öz’ü, Ahmet Kaya’yı” sayıyordu.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Ağustos 2022’de katıldığı Kartal mitinginde, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemlerine yönelik, “Onurlu bir yüzleşme olmadan Kürtler kimseye hakkını helal etmeyecektir” demişti. CHP liderinin sözleriyle ilgili ortak açıklama yapan 37 kurum ise, "Hakikat, adalet ve eşitlik temelinde yürütülecek her süreci birlikte inşa etmeye” talip olduklarını belirtmişti.
Dr. Yeşim Yaprak Yıldız, Demos için kaleme aldığı yazısında helalleşme çağrısını tartışırken, kavramın tanımını da şöyle ifade ediyor: “Helalleşme hem geçmiş, hem şimdiki hem de gelecek zamanla ilgili bir kavram. Helalleşmenin gerçekleşebilmesi için ‘kul hakkı’ yiyen kişinin helallik istemenin koşullarını sağlamış olması ve hakkı yenen kişinin faili bağışlamayı kabul etmesi gerekiyor. Bağışlama her ne kadar dinen teşvik edilse ve ahlaki bir erdem olarak sunulsa da bu bir zorunluluk değil.” Türk Dil Kurumu’na (TDK) göreyse yüzleşme, ‘iyice anlamak, farkına varmak’ anlamındayken; helalleşme, ‘hakkını birbirine bağışlama’ fiili olarak açıklanmakta.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun söyleminden yaklaşık 15 sene önce kurulan Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği’nin (Yüzleşme Derneği) amacı, “tarihsel, sosyal, siyasi ve coğrafi bağlamda, etki ve sonuçları geçmişten bugüne uzanan sorunları gündemleştirme, çalışmalar yapma, projeler yürütme ve çalışmalarının sonuçlarını kamuoyu ile paylaşarak, çözüm yollarını araştırma" olarak açıklanıyordu. Yüzleşme Derneği’nin kurucu başkanı Yazar/Gazeteci Cafer Solgun ile Türkiye toplumunun hafızasında yer edinen çatışmalar, katliamlar ve cinayetlerle ‘yüzleşme’nin (‘helalleşme’nin) önemini konuştuk.
İlk olarak, Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği'ne değinmek istiyorum. 2007 yılında kurulan Yüzleşme Derneği, hangi amaç doğrultusunda kuruldu? Dernek, faaliyetlerine devam ediyor mu?
Yüzleşme Derneği’ni 2007 yılında kurduk, Eylül’de. Öncesinde, en genel manasında “yüzleşme” kavramının öneminin bilincinde çok sayıda gazeteci, yazar, akademisyen ve sivil toplum aktivistinin katılımıyla sohbet toplantıları düzenledik. Derneğin kuruluş amacı, hangi alanlarda neler yapacağı, tüzüğü gibi konular bu toplantılarda netlik kazandı. Genel olarak amacımız, Türkiye’de sağlıklı, sahici ve işleyen bir demokrasinin inşa edilmesinin ancak geçmişle yüzleşerek mümkün olabileceği bilinç ve duyarlılığını kamuoyuna mal edecek çalışmalar yapmaktı. Öyle de yaptık. Mütevazı, kısıtlı imkanlarla son derece anlamlı çok sayıda panel, konferans, sohbet etkinlikleri yaptık. Dergi formatında bültenler yayınladık, etkinliklerimizin sonuçlarını raporlaştırdık. Etkinliklerimize kendi alanında uzman, otorite bilinen çok sayıda bilim insanı, akademisyen, gazeteci, yazar katıldı. Sınırlı bir üye sayımız vardı ama toplantılarımızın yapıldığı salonlar doldu taştı. İnsanlar geçmişle yüzleşmenin sağlıklı bir demokratikleşmenin olmazsa olmaz gereklerinden biri olduğunu görmeye başlamışlardı.
“Yüzleşme” kavramı o yıllarda biraz popüler bir kavram haline geldiyse, sanırım bunda Yüzleşme Derneği faaliyetlerinin de payı büyüktür.
Derneğimiz maalesef faaliyetlerine devam etmiyor. Biraz öncesi de olmakla beraber 2015-2016 yıllarından itibaren ülkedeki siyasi atmosfer giderek olumsuz manada değişmeye başladı. Açılım, reform söylemlerinin yerini milliyetçi hamaset, “devletin bekaası” söylemleri aldı. Giderek derneğimizin faaliyetlerine ilgi de dağılmaya başladı. Bağımsız ve gerçek bir sivil toplum kuruluşu olarak kurarken de feshetmeye karar verirken de kimseden icazet almamız gerekmedi ve 2020 yılında fesih kararı verdik.
Türkiye özelinde yüzleşme, nereden ve nasıl başlamalı?
Öncelikle cumhuriyetin kuruluş felsefesini oluşturan “resmi ideoloji” ve resmi ideoloji zihniyetiyle yüzleşerek başlamalı. Biz Yüzleşme Derneği olarak da öyle yapmıştık. Resmi ideoloji zihniyeti, Türkiye’nin gerçeklerini inkar eden, onlarla kavga eden, başkalaşıma uğratmak isteyen bir niteliğe sahip. Kürt sorunu, Alevi sorunu ve genel olarak din ve inanç özgürlüğü kapsamındaki sorunlar bununla doğrudan ilgili.
Adına “derin devlet” mi denir, “görünmeyen devlet” mi, “Ergenekon” veya başka bir şey mi bilmiyorum ama devletin deyim yerindeyse kayıt dışı, hukuk dışı, yasa dışı, “rutin dışı” faaliyetleri de bir yüzleşme konusudur. Öncesi ve sonrası ile darbeleri de bu kapsamda değerlendirmek gereği vardır. Darbe şartları “olgunlaşsın” diye gerçekleştirilen katliamlar var. Failinin “derin devlet” olduğunu neredeyse herkesin bildiği “faili meçhul” siyasi suikastler, cinayetler var. Bir örnek olarak Hrant Dink cinayeti davasına bakın; devletin bütün güvenlikle ilgili kurumlarının bir şekilde dahil olduğu bir cinayettir. Bu anlamda bir “devlet” cinayetidir. Başka birçok olay da öyledir: Maraş katliamı (1978), Çorum katliamı (1980), Sivas katliamı (1993) ilk elde akla gelen örnekler. Ağrı-Zilan (1930), Dersim (1937-38) gibi Kürt, Alevi katliamları da birer devlet operasyonudur.
Sadece bazı örnekler verdiğim bu kanlı tarihle, bunların nedenleriyle, sonuçlarıyla, yol açtığı yaralarla yüzleşmeden sağlıklı ve “birlik-beraberlik” içinde bir toplum olunabilir mi? Bu tarihle yüzleşmeden sahici, sağlıklı, işleyen bir demokrasi inşa edilebilir mi? Almanya Nazi geçmişiyle yüzleşmeden, Almanya Şansölyesi Willy Brandt Yahudi soykırımı anıtı önünde diz çöküp özür dilemeden günümüzdeki Almanya olabilir miydi? Güney Afrika ırkçı Apartheid rejimiyle yüzleşmeden yüzü geleceğe dönük yeni bir sayfa açabilir miydi? İlham alınacak örnekler çok.
Bu sene gerçekleşecek genel seçimin nihai kararını, yüzleşme(me)nin bir sonucu ya da sebebi olarak mı yorumlarsınız?
Türkiye’de seçimler, özellikle de genel seçimler oldum olası “çok önemli” olmuştur. Şimdi bir de milletvekili seçimiyle birlikte “başkan” seçimi var; dolayısıyla zaten önemli olan seçimlerin önemi de ikiye katlanmış oluyor. Siyasi parti liderlerinin ve parti sözcülerinin konuşmalarına bakın, istisnasız hepsinin bu seçimlerin çok önemli olduğunu vurgulayan sözler sarfettiklerini görürsünüz. Tıpkı önceki seçimlerde olduğu gibi. İktidar partisi, “Bu seçimler çok önemli, bir kez daha yetki verin bize” diyor, muhalefet partileri “20 yıl oldu memleketi batırdılar, biz geleceğiz her şey daha güzel olacak” diyor.
Kuşkusuz bir iktidar değişimi ile bazı şeyler değişecektir ama bu köklü bir değişim mi olacaktır? Türkiye’nin köklü yüzleşme ve aynı anlama gelmek üzere demokrasi sorunlarını çözme iddiası taşıyan bir değişim mi olacaktır? Örneğin iktidarı da muhalefeti de, anayasa değişikliği vaat ediyor. Ama vaat ettikleri yeni anayasanın ülkenin köklü sorunlarını çözmeye zemin sağlayacak bir anayasa olduğunu söyleyebilmek zor. Zira her biri darbecilerin yaptığı anayasanın “değiştirilemez, dokunulamaz” maddelerini değiştirmemekte, dokunmamakta gayet kararlı ve uzlaşıyor. (Bazı partilerin farklı yaklaşımları ver elbette. Bahsettiğim ana akım denilebilecek iktidar ve muhalefet partileri.)
Dolayısıyla bu seçimler maalesef beni çok heyecanlandırmıyor. Destekçileriyle birlikte AKP-MHP koalisyonunun yerini destekçileriyle birlikte CHP-İyi Parti koalisyonunun alması, kuşkusuz psikolojik bir iyimser değişim havası yaratır, belki ekonomik kriz bir süre için yatışır ama demokrasi sorunlarımızın köklü çözümü açısından ne değişecek acaba? Bu seçimler “gidecek” veya “gelecek” partiler için çok önemli olabilir ama Türkiye halkları için neden önemli? Bu sorunun cevabını düşünüyorum ben…
Şunu da eklemek isterim. Bir ülkede hemen her seçim “çok önemli” ise, “tarihi” ise o ülkede demokrasi adına çok şey yerine oturmamış demektir. Demokrasi olduğu bilinen ülkelerde seçimler bu denli “hayati” bir önem ifade ediyor mu sokaktaki vatandaş için? Seçime katılım oranlarının düşüklüğü bu konuda bir fikir veriyor sanırım.
Siyasi lider retoriğinde 'yüzleşme', 'helalleşme'ye evrilmiş durumda. Helalleşme de yüzleşme kadar kapsayıcı mıdır? Günümüz toplumsal koşulları hangisini daha mümkün kılıyor?
“Helalleşme” dini, İslami bir kavram. Hata veya yanlış yaptığına karşı el sıkışıp yeni bir sayfa açmayı ifade ediyor. Özünde bir tür “özür” barındırıyor. “Yüzleşme” ise, daha çok geçmişle ilgili bir irade ortaya koymak gibi görünüyor ama gerçekte yeni bir gelecek inşa etme iradesidir. Gerekleri vardır. Yüzleşme iradesi gösterdiğiniz sorunlardan çıkardığınız ders ve deneyimlerin bir kazanım haline gelmesi, bu gerekleri yerine getirmenize bağlıdır. Örneğin 2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 1937-38 Dersim katliamı için, “Eğer literatürde böyle bir kavram varsa Dersim katliamı için başbakan olarak gerekirse özür dilerim” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Ancak bu açıklama ana muhalefet partisi lideriyle bir siyasi polemik olmanın ötesinde bir anlam ifade etmedi. Çünkü bu özrün bir devlet özürü olması için parlamentoda yasalaştırılması gerekir. O zaman sahici bir özür ve yüzleşmeden bahsedilebilir.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışı önemlidir, anlamlıdır, değerlidir. Ne var ki yüzleşmeden helalleşme kalıcı ve nihai bir değer taşımaz kanısındayım.
Türkiye yakın tarihinde yüzleşilecek çok fazla olay ve yüzleşecek çok fazla tarafın olduğunu varsayarsak, taraflar arasındaki 'özeleştiri' ihtimali ne kadar gerçekçi?
Bence Türkiye şartlarında yüzleşme, devletin demokratik manada yeniden yapılandırılmasına yönelik bir sorumluluk konusudur öncelikle. Ancak kuşkusuz meselenin toplumsal boyutları da var. Milliyetçilik, ırkçılık, dini ayrımcılık ile ilgili sorunların ciddi ölçüde toplumsal boyutları da var. Bu nedenle meselemiz sadece bir takım yasaları değiştirmek, yeni anayasa yapmaktan ibaret değil. Bunlar da önemli ve yapılmalı ancak toplumsal olarak da ciddi ve deyim yerindeyse devrimsel bir zihinsel değişim ve dönüşüme ihtiyacımız var.
Örneğin Kürtler “Kürt” olarak sosyal ve siyasi yaşamın her alanında var olduklarında Türkiye’nin başına bir şey gelmez. Aleviler “eşit yurttaş” olursa, cemevlerinin ibadethane statüsü kabul edilirse din elden gitmez. Kadın haklarını güvence altına alan İstanbul Sözleşmesi kabul edilirse “aile” mahvolmaz. Devletin “yüce, kutsal” bir şey olmayıp toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü, vergilerimizle ve vekaletimizle “iş” yapan bir aygıt olduğunu idrak edersek beraberinde “devletin tebaası” olmak zorunda olmadığımızı da idrak etmiş oluruz. Farklı etnik, dini, ideolojik, siyasi düşünce ve inançların, şiddet ve dayatma içermediği müddetçe gayet doğal olduğunu anlar ve saygı gösterirsek, “düşmansız” da yaşanabileceğini anlamış oluruz ve tek tip bir toplum dayatmasının gerçekleşmesi imkansız bir zorlama olduğunu kavrarız.
Kuşkusuz zor, kolay değil en azından. Ne var ki doğru olan da bu. Birbirimizle yeniden tanışmamız gerekli…
Yüzleşmeden bir gelecek inşa etmek mümkün mü? Dile gelmemiş hatalarla ilerleme ihtimali var mı?
Hayır. Mümkün değil. Gelecek dediğimiz, neticede geçmişin ürünüdür. Geçmişi bir pranga gibi beraberinde taşıyarak yeni bir gelecek inşa edilemez. Yüzleşme, o prangalardan kurtulmanın, geçmişin kirinden pasından, acılarından, yanlışlarından arınmanın imkanıdır.
Bültenimizi okuduğunuz için teşekkür ederiz! Henüz abone olmadıysanız ücretsiz olarak abone olabilirsiniz.
Destek olmak için aşağıdaki linke tıklayın.
Önerilerinizi ve eleştirilerinizi bize iletin: info@turkeyrecap.com
Nida Kara, Freelance gazeteci @Kara__Nida
Erman Çete, Gazeteci @ermancete