Marmara Denizi’nde alarm: Yeni bir müsilaj salgını için tüm koşullar mevcut
Marmara Denizi'ndeki kirlilik sorununa dair yerel çabalar olsa da sorunun çözümü için kapsamlı adımlar gerekiyor
İZMİT – Marmara Denizi 2021 yılında deniz yaşamını boğan bir müsilaj istilasına uğradığında hükümetin verdiği karşılık deniz salyasını su yüzeyinden toplamak ve denizdeki kirliliği azaltmak için bir koruma eylem planı devreye koymak oldu.
Plan kapsamında Marmara Denizi’ndeki kirliliğin azaltılması ve ekosistemin eski haline getirilmesi için koruma alanları oluşturulması, atık suların ileri biyolojik arıtım yapılmaksızın deşarjının engellenmesi gibi hedefler konsa da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre her gün yaklaşık 5,7 milyon metreküp atık su Marmara’ya akmaya devam ediyor – bu suyun neredeyse yarısıysa arıtılmıyor.
Uzmanlar ileride yaşanacak salgınları önlemede en önemli faktörün fitoplankton ve algler için gübre görevi gören fosfor ve nitrojen gibi taze organik maddelerin denize erişimini en aza indirmek olduğunu söylerken, Marmara Denizi çevresindeki birçok yerel yönetim de sorunla baş edebilmek için kendi çözümlerini üretiyor.
Marmara Denizi genelindeki bu çabaların, bazı bölgelerde olumlu etkiler yaratması mümkün ancak bölgenin tamamı bir bütün olarak ele alındığında deniz ekosistemlerinin bozulmasını ve müsilaj salgınlarını önlemek için yeterli olup olmayacakları belli değil.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Mustafa Sarı, “Doğru yönde ilerliyoruz” diyor. “Ancak on yıllardır yapılmamış olanı birkaç yıl içerisinde yapmak zor.”
İzmit Körfezi’nde temizlik
İstanbul’un hemen doğusunda yer alan İzmit Körfezi, Marmara Denizi’nin geçmişten bugüne en kirli bölgelerinden biri. Çevredeki su havzasından on yıllardır gelen akıntılarla körfeze taşınan organik maddeler İzmit kıyı şeridi boyunca birikmiş durumda.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen çalışmalar, bölgedeki dip çamuru kalınlığının ortalama 90 cm olduğunu ve bazı noktalarda 3,6 metreye kadar ulaştığını gösteriyor. İzmit çevresindeki çamur toplamda 3,8 milyon metreküpe ulaşıyor. Bu miktar 1.000’in üzerinde olimpik yüzme havuzunu doldurabilir.
Çevredeki fabrikalardan boşaltılan kimyasallarla karışan çamurun körfezdeki deniz yaşamını boğmakla kalmayıp dayanılmaz bir koku da yaratması üzerine Kocaeli Büyükşehir Belediyesi körfezi temizlemek için iddialı bir plan hazırlamış.
Projeyi dinlemek için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde çevre mühendisi olarak görev yapan Mesut Önem ile buluştuğumuz deniz kenarındaki boş arsada bizi üst üste dizilmiş dev siyah torbalar karşılıyor. Dev yastıklara benzeyen, jeotekstil kumaştan yapılmış çamur dolu torbaların yerden yüksekliği iki metreyi aşıyor.
Bir taraftan konuşurken torbalardan birinin üzerine çıkarak projenin nasıl işlediğini detaylarıyla anlatan Önem, “düzenli olarak süpürdüğünüzde tıkanma eğilimi gösteren gözenekler açılıyor,” diyerek eline aldığı süpürgeyle torbanın yüzeyini fırçalarken çizmeleri attığı her adımda siyah kumaşın içine gömülüyor.
İzmit Körfezi’nin dibinden emilen çamur, borular ve endüstriyel bir pompa aracılığıyla torbalara taşınıyor. Torbalar kahve filtresine benzeyen gözenekli yapılarıyla yoğunlaşan çamuru tutarak suyu dışarı atıyor.
Tonlarca topaklanmış çamur daha sonra vinçler ve kamyonlarla toplanarak kentteki boş arazilere naklediliyor. Kocaeli Üniversitesi de bu çamurun kil kiremit, beton veya seramik gibi olası kullanım alanları üzerine araştırmalarını sürdürüyor.
Projenin hedefi, bu torbalardan 3.500 kadarını kullanarak 2026 yılına kadar körfezin en kirli kısmını temizlemek. Çevre Bakanlığı ve Kocaeli Büyükşehir Belediyesi bu ortak çalışma için 120 milyon dolar yatırım yapmış.
Yetkililer İzmit Körfezi’ndeki temizliğin tüm Türkiye’deki en büyük çevre restorasyon projesi olduğunu söylese de Marmara Denizi’nin büyüklüğü ve kirlilik sorununun boyutu göz önüne alındığında etkisi yine de sınırlı kalıyor.
Projenin sınırlarını kabul eden Mesut Önem de çamurun temizleneceği bölgenin 5 kilometrekarelik bir alan olduğunu ve bunun da Marmara Denizi’nin yüzde 0,04’ünden de küçük bir bölümden ibaret olduğunu ifade ediyor.
Pek çok uzmana göre dünyanın en küçük denizinde organik kirlilikle mücadele edebilmek için ortak çabaların artırılması gerekiyor.
Nereden çıktı bu deniz salyası?
Türkiye nüfusunun dörtte birinden fazlasına ev sahipliği yapan Marmara bölgesi aynı zamanda ülkenin en sanayileşmiş bölgesi ve önemli tarım alanlarına da sahip. Konutlardan ve sanayi bölgelerinden gelen atık suyun yanı sıra bölgedeki su havzaları da yağmurlar ve nehirler aracılığıyla gübre ve zirai ilaçları Marmara Denizi’ne taşıyor.
Organik madde miktarının bu denli yüksek olması fitoplankton ve alglerin gelişimine uygun ortam sağlıyor. Bu canlılar öldüklerinde bakterilere yem olurken ötrofikasyon adı verilen süreçte sudaki oksijenin hızla tükenmesi de deniz yaşamını havasız bırakıyor.
Küresel ısınmanın etkileriyle birlikte Marmara Denizi’nde görülen ötrofikasyon nedeniyle de bazı fitoplankton türleri suyu jöle benzeri bir dokuya dönüştüren yapışkan bir madde salgılıyor ve buna müsilaj ya da halk arasında deniz salyası/sümüğü deniyor.
Kanalizasyonlar ve iklim değişikliği
Müsilaj sorunu 2007 yılında da Marmara Denizi’nin bazı bölümlerini etkilemişti ancak 2021 yılında çok daha fazla gündeme geldi. Marmara’nın güney kıyısındaki küçük bir kasaba olan Erdek de son müsilaj salgınından en çok etkilenen yerlerden bir tanesi.
Limanda balık satan Coşkun Zümrüt, “Bütün körfezi kaplamıştı, çok fazla balık ölüsü vardı,” diyor. Su yüzeyinin 30 metre altındaki borunun atık suyu denize boşalttığı noktayı işaret ederken de “suyun arıtılmıyor olması büyük bir sorun” diye ekliyor.
Erdek böyle bir ‘sistemin’ kullanıldığı tek yer de değil. Komşusu Bandırma gibi Erdek’te de biyolojik atık su arıtma tesisleri henüz inşa ediliyor. Gelişmiş altyapı projeleriyle evsel atık sudaki fosfor ve azotun büyük bir kısmının temizleneceği her iki tesisin de önümüzdeki yaz faaliyete geçmesi planlanıyor.
Türkiye hükümeti 2021 yılında yaşanan müsilaj salgınının ardından kirliliği azaltmak ve ekosistemi eski haline getirmek için hızlı bir şekilde 22 maddelik bir eylem planı hazırladı. Plan kapsamında deniz koruma alanlarının oluşturulması, tarım ve balıkçılığın daha sürdürülebilir hale getirilmesi gibi önlemler yer alıyor. Belediyelerin arıtma yapmaları da zorunlu hale gelecek.
Farkındalığı artırmak
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Dekanı Mustafa Sarı’nın odasının duvarlarına astığı fotoğraflardaki balık, midye ve mercanlar parıldayan renkleriyle göz alıyor. Bu canlıların hepsi Marmara Denizi’nde yaşıyor.
“Marmara Denizi hem Akdeniz’den hem de Karadeniz’den gelen türlere ev sahipliği yapıyor” diyerek ekosistemdeki biyolojik çeşitliliğe dikkat çeken Sarı, ardından masasından iki karış uzunluğunda bir “pina” midyesi (pinna nobilis) kabuğu çıkararak bu türün Akdeniz’de hızla yok olduğunu ancak Marmara Denizi’nde yaşamayı sürdürdüğünü anlatıyor.
Küçük bir arıtma tesisine benzeyen bu midye, saatte 6 litreye kadar suyu filtreleyerek ekosistemin sağlığına katkıda bulunuyor.
Sarı, kurucusu olduğu “Umut Pina” projesiyle bu midyenin yaşam alanlarını korumayı ve yeniden canlandırmayı amaçlıyor. Deniz bilimcinin bir diğer hedefi de bu girişim sayesinde midye kabuğunu bir simgeye dönüştürerek vatandaşları Marmara Denizi’ni korumaya teşvik edebilmek.
Ancak Sarı, mevcut ekonomik koşullar ya da Şubat 2023’te ülkenin güneyinde yaşanan depremler gibi diğer konuların kamuoyu ve hükümetin ilgisini daha çok çektiğinin de farkında.
Marmara’nın kötüleşen durumu, 2021 deniz salyası salgınının sona ermesinden bu yana daha çok bilim camiasının gündeminde kalmış.
Yarının zorluklarıyla bugünden yüzleşmek
Marmara Denizi’nde tekrar büyük bir müsilaj krizi yaşanmasına sebep olabilecek bütün koşullar bugün hala mevcut.
Sarı da bir yandan organik madde birikiminin sürdüğünü, diğer yandan da Kasım 2023’te su sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerine çıkarak yeni rekorlar kırdığını belirtiyor.
Bilim insanları iklim değişikliğiyle birlikte deniz sıcaklığının artacağına işaret ediyor. Bunun akıntı yönlerinde yaratacağı bozulma, aşırı avlanma ve kentleşme gibi insan kaynaklı diğer faktörlerle birleştiğinde deniz ekosistemlerinde olumsuz etkinin daha da artması kaçınılmaz.
İstanbul’daki Prens Adaları açığında dalışa hazırlanan biyoloji yüksek lisans öğrencisi Cansu Saraçoğlu, “Müsilaj salgını ve insan müdahalesinin neden olduğu diğer faktörler nedeniyle yumuşak mercanların neredeyse yüzde seksenini kaybettik” diyor.
Mercanlar, balıklar ve denizde yaşayan organizmalar için güvenli besin ve üreme alanları sağlayarak biyolojik çeşitliliği destekliyor.
“Birçok köpekbalığı türü yumurtalarını mercanların üzerine bırakıyor” açıklamasıyla ekosistemdeki hassas dengeye dikkat çeken Saraçoğlu, İstanbul Üniversitesi’nden diğer araştırmacılarla birlikte Marmara Denizi’nde yaşayan yumuşak mercanların sağlık durumunu takip ediyor.
Saraçoğlu soğuk bir kış gününde yaptığı dalışın ardından yüzeye çıktığında elinde izleme alanından aldığı yumuşak mercan örneklerini koyduğu küçük bir kap ve yüzünde bir gülümseme var:
“Mercanların öldüğü yerde önceden çıplak bir kaya vardı. Şimdi yeni yavru koloniler var.”
Bu olumlu bir gelişme, çünkü kıyıdaki inşaat projesinden zarar gören mercanların doğal yollarla iyileştiğini doğruluyor. Pek çok diğer deniz canlısı gibi bu yavru kolonilerin de uzun vadede hayatta kalıp kalmayacakları ise Marmara Denizi’nde bundan sonra neler olacağına bağlı.
Bu haber Internews (Dünya Gazetecilik Ağı) desteğiyle hazırlanmış ve Oğul Köseoğlu tarafından çevrilmiştir.
Turkey recap, Türkiye’deki haber medyasını ve gazetecileri desteklemek, ileri taşımak için İstanbul’da kurulmuş bağımsız bir haber platformudur. Turkey recap, kâr amacı gütmeyen bir dernek olan Kolektif Medya Derneği bünyesinde faaliyet göstermekte ve editöryal ekibimiz tarafından hazırlanmaktadır.
Gonca Tokyol, Şef editör @goncatokyol
Diego Cupolo, Genel yayın yönetmeni @diegocupolo
Ingrid Woudwijk, Yönetici editör @deingrid
Verda Uyar, Dijital büyüme yöneticisi @verdauyar
Sema Beşevli, Stajyer editör @ssemab_
Onur Hasip, Stajyer editör @onurhasip
Bu makale, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle hazırlanan çevre raporları dizisinin bir parçasıdır ve hiçbir şekilde Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin görüşlerini yansıttığı şeklinde yorumlanamaz.