"Türkiye, İsrail'in soykırım petrolünün yüzde 28'ini sağlıyor; Erdoğan 'kesiyoruz' dese karşı durabilecek otorite yok"
Filistin İçin 1000 Genç'ten Nuh Akça: Türkiye, soykırıma ortaklık yapmaya devam ederse yargılanacaktır
İsrail’in Gazze Şeridi'ne 7 Ekim 2023'ten bu yana düzenlediği saldırılarda 45.000’e yakın kişi hayatını kaybetti, Gazze'deki yapıların yüzde 63'ü, eğitim kurumlarının yüzde 85’i zarar gördü.
Uluslararası Af Örgütü, hazırladığı rapor ile İsrail’in eylemlerini soykırım olarak tanırken, Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) savaş suçları ve insanlık karşıtı suçlar konusunda cezai sorumlulukları bulunması nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama kararı verdi.
Uluslararası toplumda İsrail’in eylemlerine karşı protestolar yükselmeye devam ederken, güç sahibi devletler bu fiillerin cezalandırılması ve uluslararası hukukun uygulanması konusunda adım atmış değil.
Türkiye, İsrail’e yönelik ticaret ambargosu kararı alan az sayıdaki ülkeden biri. Ancak iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin ambargo kararına rağmen devam ettiği belirtiliyor. Azerbaycan’dan gelen petrolün Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı üzerinden İsrail’e gönderilmesi ve demir-çelik ihracatı, Türkiye-İsrail ticaretinin en önemli maddelerini oluşturuyor.
“Türkiye-İsrail arasındaki ticaretinin durdurulması” çağrısıyla düzenledikleri protestolarla ses getiren Filistin İçin 1000 Genç hareketinden aktivist Nuh Akça, Türkiye’nin İsrail'e ambargo uygulamadığını söylüyor.
“Türkiye ile İsrail arasındaki iktisadi, siyasi ve diplomatik tüm ilişkiler Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat izni ve iradesiyle gerçekleşiyor” diyen Akça, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Petrol sevkiyatını kesiyoruz” demesi halinde Türkiye'de buna karşı durabilecek herhangi bir bürokrasi, herhangi bir siyasi irade, herhangi bir otorite olmadığını savunuyor.
Akça ve arkadaşlarının çalışmalarına göre, İsrail’in kullandığı petrolün yüzde 28’i Türkiye üzerinden gidiyor. Ekip yakın zamanda Türkiye’nin İsrail’le ticaretteki rolüne dair “daha büyük bir ifşaatta” bulunmaya da hazırlanıyor.
Ambargo kararının ardından Türkiye-Filistin ticaretinde yaşanan artışın, İsrail ile ticaretin devam ettiğinin göstergesi olduğunu kaydeden Akça “Kurulduğu günden bu yana İsrail gümrüğüne bağımlı olan Filistin, soykırım sürecinde İsrail’den bağımsız bir güç mü devşirdi de mallar artık gümrüğe takılmadan gitmeye başladı” diye soruyor.
“Halkların iradesiyle [belli] bir noktada bulunan siyasal iktidarlar, soykırım sürecinde soykırımcıyla işbirliği yapamaz” diyen Akça’ya göre bu tarz eylemler uluslararası anlaşmalarda bir suç unsuru ve eğer Türkiye “soykırıma ortaklık yapmaya devam ederse” yargılanması kaçınılmaz.
İsrail’e yönelik boykot çağrılarına da değinen Akça, “Çok sıkıştırılmış bir havza var. Temelde birkaç kaleme, birkaç firmaya, sanki soykırımın tüm suçlusu onlarmış gibi davranıyorlar” ifadesini kullanarak ekliyor:
“Boykotu belli kalemlerle yapmak yerine sermaye sınıfını, iktidarları boykota davet ediyoruz.”
Filistin İçin 1000 Genç’ten Nuh Akça ile Türkiye-İsrail ticaretini, uygulandığı meçhul olan ambargo kararını ve boykot kampanyalarını konuştuk…
Filistin İçin 1000 Genç nasıl ortaya çıktı?
Aksa Tufanı operasyonu 7 Ekim 2023’te oldu. Filistin’deki direniş cephesi ilk defa işgal altındaki topraklara bir karşı operasyon düzenledi. Bu, Filistin tarihi içinde gayet önemli ve kritik bir yerde duruyor. Ardından 13 Ekim'de İsrail'in karşı saldırısı başladı, ki bu bir soykırım süreciydi.
Bu soykırım sürecinde Türkiye'de protesto girişimleri gerçekleşti. Fakat protesto girişimleri insanların Filistin hassasiyetini törpüleme mahiyetinde oldu. Bu süreçte daha bütünleşik bir tepki ortaya koyan Emek ve Adalet Platformu ile Gençlik Komiteleri bir araya gelerek “Biz Filistin için sadece vicdani bir kaygı değil, politik bir duruş sergilemek istiyoruz” dediler. Temelde 3 ilke etrafında Filistin İçin 1000 Genç’i inşa ettiler: Anti-kapitalist, anti-emperyalist ve anti-Siyonist çizgi.
Filistin İçin 1000 Genç, iktidarları, sermaye sahiplerini hedef alan, bu coğrafyada emperyalizmin soykırıma destek veren damarlarını kesmeye yönelik temel bir hedef belirleyen ve buna yönelik eylem pratiği geliştiren bir grup olarak ortaya çıktı.
Türkiye'de toplanma özgürlüğünün kısıtlandığı bir dönemde ülkenin her yerinde eylemler düzenliyorsunuz. Hatta bazı üyeleriniz TRT World Forum’un düzenlediği etkinlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı protesto etti. Erdoğan protestoculara “Dünyadaki siyonistler Tayyip Erdoğan’ın nerede durduğunu çok iyi biliyor ama siz hala anlayamamışsınız” sözleriyle seslendi. Erdoğan nerede duruyor?
Ayinesi iştir kişinin söze bakılmaz. Erdoğan, geliştirdiği söylemler itibariyle siyasal iktidarlar içerisinde en Filistin dostu görünen iktidar pozisyonunda. [Ama] aynı Recep Tayyip Erdoğan, soykırımın başlamasından bu yana yaklaşık 14 ay geçmesine rağmen hala limanlarını Siyonizm’e kapatmadı. Hala SOCAR petrolünün Türkiye üzerinden İsrail’e gitmesine müsaade ediyor. Müsaade ediyor diyorum çünkü, BOTAŞ 2016 yılında Varlık Fonu’na devredildi ve şu anda gaz tedariği BOTAŞ’ın kontrolüne gerçekleşiyor. SOCAR, İsrail petrolünün yüzde 28’ini yani, soykırım petrolünün yüzde 28’ini karşılıyor.
Ne kadar istemediğimiz bir durum olsa da bugün ülkede her şey Recep Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasında. Ve Erdoğan “Petrol sevkiyatını kesiyoruz” derse Türkiye'de buna karşı durabilecek herhangi bir bürokrasi, herhangi bir siyasi irade, herhangi bir otorite yok. Bugün Türkiye ile İsrail arasındaki iktisadi, siyasi ve diplomatik tüm ilişkiler Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat izni ve iradesiyle gerçekleşiyor.
Şunu da söylemek mümkün, Erdoğan Batı Şeria’da direniş cephesinde savaşan Filistinlileri tutuklayan Mahmut Abbas’ı Meclis’e getirip alkışlatarak nerede durduğunu ifade etmiş oldu. Sadece Türkiye'nin İsrail’le ilişkilerinde değil, aynı zamanda Filistin resmi yönetimiyle direniş cephesi arasında da bir tercih yaparak Mahmut Abbas’ı getirdi. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın kendini konumlandırdığı yer, Filistin dostu bir çizgiden öte işgalciyle işbirliği noktasındadır.
Azerbaycan petrolünün Türkiye üzerinden İsrail’e yollanması ile ilgili kampanya yürütüyorsunuz. Petrol ticareti nasıl işliyor?
2005’te hayata geçirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı ile beraber Azerbaycan petrolü dünyaya açılmaya başlandı. Bu boru hattının geçtiği iki ülke var: Türkiye ve Gürcistan. Azerbaycan'dan gelen petrolün ekserisi Ceyhan Limanı’ndan çıkıyor.
Azerbaycan’dan İsrail’e ne kadar petrol gittiğine dair veriler, soykırım sürecine kadar gayet şeffaftı. Bu veriler Türkiye tarafından da belgelenebilir durumdaydı. Nisan ayında Türkiye’de birtakım veriler karartılmaya başlandı. Uluslararası deniz hukukuna göre bir geminin sinyal kapatarak ticari işlemlerini sürdürmesi mümkün değilken şu anda gemiler sinyal kapatıp farklı biçimlerde İsrail’e petrol sevkiyatı yapıyor. İsrail petrolünün yaklaşık yüzde 28’i Türkiye üzerinden İsrail'e gidiyor.
Azerbaycan resmi kayıtlarında İsrail'e ne kadar petrol satıldığı ortada. İsrail'in kendi devlet kayıtlarında Azerbaycan’dan ne kadar petrol aldığı ortada. Satan var, alan var ama taşıyıcı yok. Birisi satıyor, birisi alıyorsa ortada bir taşıyıcı olması lazım. Bu taşıyıcı kendini gizlemeye gayret ediyor. Burada bir operatör var, o da BP. BP’nin kendi rakamları da olayı doğrular nitelikte. Türkiye kendi rakamlarını gizleyerek bu işi gerçekleştiriyor. Özlem Zengin, TBMM’de yaptığı bir konuşmada “Günde 700.000 varil petrol çıkıyor, biz varil başına 1,27 dolar alıyoruz” gibi bir itirafta bulundu.
Arkadaşlarımız uzun zamandır sinyal kapatan gemileri tespit etmeye çalışıyorlardı, bugün o gemiler Ceyhan Limanı’nda tespit edildi. Herhangi bir şüphemiz yok bu konuda. Azerbaycan petrolü BP aracılığıyla İsrail’e götürülüyor. İsrail gelen bu petrolle soykırım icra ediyor. Türkiye verilerini gizlese bile şundan kesinlikle eminiz ki, petrolün Azerbaycan'dan İsrail'e gidebilmesi için Ceyhan Limanı’ndan tankerlere doldurulması gerekiyor. Çok yakın bir zamanda daha geniş ve daha kapsamlı bir ifşaat yapacağız.
Türkiye-İsrail ticaretine dair petrol önemli bir başlık ama bunun dışında da ticaretin tamamen kesilmesini talep ediyorsunuz. Bu ticaretin hacmi ve kapsamı nedir?
Türkiye’nin, Filistin’i (resmi olarak) tanımasından itibaren Türkiye'deki resmi makamlar, “Filistin'e mal gönderdiğimizde, bu mallar İsrail gümrüğüne takılıyor, istesek de istemesek de İsrail’e vergi ödüyoruz” diye beyanatta bulunuyorlardı. Ambargo kararı alınmasından bu yana Filistin’e gönderilen mallar İsrail gümrüğüne ‘takılmıyor’. Burada anomaliyi ifade etmek gerek; kurulduğu günden bu yana İsrail gümrüğüne bağımlı olan Filistin, soykırım sürecinde İsrail’den bağımsız bir güç mü devşirdi de mallar artık gümrüğe takılmadan gitmeye başladı.
Madem böyle bir kudretiniz vardı, bunca yıl Filistin'e giden mallar neden İsrail gümrüğüne takıldı? Madem böyle bir kudretiniz yok. Şu an yapılan işin kabul edilmesini nasıl beklersiniz?
Ambargo kararı alınana kadar Türkiye ile İsrail arasında 9,5 milyar dolarlık ticaret hacmi söz konusuydu. Bu rakamı Recep Tayyip Erdoğan kendisi ifade ediyor. Nisan 2024’te önce bir kısıtlama kararı alındı. “54 ürünün ticaretinde kısıtlamaya gidiyoruz” dendi. Bir ay sonra ambargo kararı alındı. Ambargo “Biz ticareti askıya aldık. Bundan sonra İsrail'le herhangi bir ticaret yapılmayacak” demektir.
Ambargo kararı alındıktan sonra Türkiye-Filistin ticaretinde artış görüyoruz. Mesela demir-çelik. Türkiye-Filistin ticari ilişkilerini incelediğimizde hiçbir zaman demir-çeliğin ticaretin yüzde 1’ine tekabül etmişliği yokken ambargo kararından sonra bir anda en fazla satışın gerçekleştiği kalemin çelik olduğu görülüyor.
Türkiye-İsrail arasındaki en büyük ihracat kalemlerinden birisinin çelik olduğunu biliyoruz. İhracat ambargoya tabi tutulmuyor. Kod değiştirilerek Filistin’e ihracat ve sevkiyat yapılmış gibi gösteriliyor. Arka planda Filistin’e gidiyor denilen mallar İsrail’e ulaştırılıyor.
“Elinizde herhangi bir belge var mı?” denilebilir. Bunun saptamasını henüz gerçekleştiremedik ama Türkiye-İsrail arasında 76 yıllık ticareti ve Filistin’in tanınmasından itibaren var olan ihracat rakamlarını mukayese ettiğimizde durumun Türkiye'nin İsrail'e ambargo uyguladığı iddiasının altını boşaltacak türde olduğunu görüyoruz. Ezcümle Türkiye, İsrail'e ambargo uygulamıyor.
Türkiye İsrail'e gönderdiğim malların şu an Filistin gümrüğüne göndererek oradan malların İsrail'de dolaşıma açılmasına sebebiyet veriyor. Burada iktidarın bir başka iki yüzlülüğüne işaret ediyoruz.
Erdoğan hükümeti bu geride kalan süre zarfında hiçbir zaman İsrail ile doğrudan veya dolaylı ihracat yapan hiçbir sermayedarı cezalandırmaya gitmedi.
Türkiye-İsrail ticareti konusunda özel sektörün rolü ve dahiliyeti nedir?
Odağımızı iki blok oluşturuyor: İktidar ve sermaye. Bu ikisinin birbirinden çok bağımsız olmadığına kanaat ediyoruz. Biz Filistin için mücadele ederken kendi içerisinde bulunduğumuz duruma da söylem geliştiriyoruz.
Mesela Bursa'da Borusan Limanı’na gittik. Gemlik’te bulunan Borusan Limanı İsrail’e ihracat yapılmasında çok önemli bir yerde duruyor. Aynı Borusan protesto eyleminden bir ay önce 30 işçisini sendikalı olmak istedikleri için işten çıkartmıştı.
Sermayedarların Türkiye, Filistin halklarına karşı merhamet beslemediklerini, onları düşünmediklerini, onların insan onuruna yaraşır bir hayat sürme taleplerini görmezden geldiklerini, kendi kazançlarını düşündüklerini ve tek önceliklerinin banka hesaplarının daha kabarık olması olduğunu görüyoruz. Filistin için geliştirdiğimiz her eleştiriyi aslında Türkiye'deki çarpıklığa da getiriyoruz.
Özel teşebbüsleri, sermaye sınıfını hedef alıyoruz. Sermaye sınıfı, Türkiye-İsrail arasındaki ticarette çok başat bir noktada duruyor. TÜBİTAK’ın ürettiği kırtasiye ürünleri vardı, onun dışında Türkiye'nin devlet olarak herhangi bir kalemde üretim yapıp İsrail’e sattığı yok. Zaten Türkiye üreten bir devlet pozisyonunda değil. Var olan ticaretin ekserisi sermaye sınıfıyla doğru orantılıdır. Biz de şunu söylüyoruz: Sermaye sınıfı, bugün Filistin'deki soykırımı bir numaralı failidir. Sadece işbirlikçisi demek, sadece ortağı demek, belli noktalarda atlayabilir. Bizzat fail pozisyonundadır.
Sermaye sınıfı, Türkiye’deki özel teşebbüsten ibaret değil. İngiltere'deki silah üreten özel firmalar, ABD’de, Almanya'da özel teşebbüslerin İsrail’i beslenmesi neticesinde bu soykırımı devamlı kılınıyor. İsrail soykırım yapabilmek için, ülke içindeki normal hayatını devam edebilmesine ihtiyaç duyuyor. Ardından silah ve mühimmat noktasında işlerin doğru ilerleyebilmesine ihtiyaç duyuyor.
Nazif Zorlu, 8-9 ay boyunca İsrail savunma sanayisine elektrik üreten İsrailli bir firmanın hisselerini elinde bulunduruyordu. Üç şirketten ikisi satıldı, birinin de satışını gerçekleştireceğini duyurdu. Süreci takip ediyoruz, hala resmi bir adım gelmedi. Aynı Nazif Zorlu Türkiye’de vergi indirimine gidilen ve 1 lira vergi ödemeyen, iktidarla bu konuda dirsek temasında bulunan bir noktada duruyor. Yani iktidar sermaye sınıfını, sermaye sınıfı iktidarı kolluyor.
Türkiye hükümeti defalarca İsrail’le ticareti kestiğini açıkladı. Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, İsrail ile ticaret yapıldığı yönündeki haberleri düzenli olarak yalanlıyor. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ticaret Bakanı Ömer Bolat bizi defalarca yalanladı. Hatta ilk kısıtlama ve ambargo kararından önce “Bunlar dış istihbaratlar tarafından destekleniyor” gibi beyanatları var. Bundan bir ay önce tekrar aynı yönteme başvurdular. Biz onların yalanlamalarını çok olumlu karşılıyoruz. Yalanlamaları bu konudan rahatsız oldukları anlamına geliyor. Ticaretle alakalı söylemleri gündeme getirebilmişiz anlamına geliyor. Onların yalanlamaları, var olan yalan düzeninin ifşa olduğunun bir göstergesidir. Haklı olsalardı kendilerine her taş atana dönüp bakmazlardı ama şu an, taş atanın elindeki taşın ne kadar gerçek olduğunu biliyorlar.
Ambargo kararından önce İsrail’e gönderilen demir-çelikten bahsedeyim. Nisan 2024’te 14.814.000 dolar. Bu sırada Filistin’e 1 lira çelik gitmediğini görüyoruz. Ambargo kararından sonra Eylül ayında Filistin’e 46.060.000 dolarlık demir-çelik gönderilmiş. Nisan ve Eylül ayları arasında yaklaşık altı aylık bir süre var. Şunu soruyoruz: Ne olmuş olabilir de İsrail’e demir-çelik ihracatı tamamen durmuşken hem Gazze’de hem Batı Şeria’da işgalin her geçen gün tırmandığı Filistin bir anda bu kadar büyük rakamlar ile ithalat yapacak noktaya geliyor. Bu anomalinin, gizlemeye çalıştıkları durumun bir resmi olduğuna kanaat ediyoruz.
İnsanları ihtimaller üzerinden zan altında bırakma taraftarı değiliz. Bizim yapmak istediğimiz manipülasyon ya da kara propaganda değil. Bizim yapmak istediğimiz Filistin'le dayanışmak. Filistin dünyanın en haklı kavgasını veriyorken bizim de onlara yaraşır bir şekilde aynı doğruluğu sergileyebilmemiz gerekiyor.
Ambargo kararından önce bu ürünlerin hangi şirketlere gittiğini net olarak biliyorken şu anda şirketlerin adını bilmiyoruz. İspatlayamadığımız nokta bu. Kararlılığımızı inşa eden, ticaretin devam ettiği noktasında zihnimiz net, kalbimiz de mücadele noktasında tatmin.
7 Ekim’den bu yana yürütülen kampanyalardan bağımsız olarak, uzun yıllardır devam eden boykot kampanyaları da var. Ancak boykot dendiğinde birkaç sembolik firma akla geliyor. Boykot çağrılarının kapsamı nedir?
Bizim en temelde yapmaya çalıştığımız şey bir boykot çağrısı. Boykotu belli kalemlerle yapmak yerine sermaye sınıfını, iktidarları boykota davet ediyoruz.
Boykot ile alakalı Türkiye'de genel bir yanılgı olduğuna kanaat ediyorum. Çok sıkıştırılmış bir havza var. Temelde birkaç kaleme, birkaç firmaya sanki soykırımın tüm suçlusu onlarmış gibi davranıyorlar. Bu firmaların soykırımcıyla işbirliği olmasına rağmen soykırımının can damarlarını ne ölçüde besliyor konusunda net rakamlardan bahsedemiyoruz.
Boykot deyince maalesef siyasal iktidarın Türkiye halklarını getirmek istediği bir nokta var. Bunun siyasi bir arka planı var. Cumhurbaşkanlığı “Boykot yapmamız gerekiyor” dedi. Bir ülkenin siyasi liderinin boykot çağrısı “insani bir drama sebep olanları boykot aracılığıyla cezalandırma” düşüncesinin tezahürü olmalı. Ancak boykot çağrısı yapan siyasal iktidarın siyasi, iktisadi ve diplomatik olarak hangi ölçülerde -bu insani drama- müsaade ettiğini ve hatta işbirliği yaptığını biliyoruz.
Siyasi iktidar, İsrail ile siyasi, iktisadi ve diplomatik ilişkilerini devam ettirirken neden boykot çağrısı yapmaya ihtiyacı hissediyor? Bu anomaliyi şöyle çözümlüyoruz: Türkiye hakları Filistin konusunda bir hassasiyet sahibi. Türkiye halklarının sahip olduğu hassasiyeti çok daha basit, çok daha yumuşak donelerle itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Filistin İçin 1000 Genç olarak boykotu önemsiz görmemekle beraber boykot çağrısını siyasal iktidarın yaptığı yerden yapmıyoruz. Biz insanların gündelik yaşamında ne yiyip, ne içmeleri gerektiğine dair bir söylem geliştirmiyoruz. İnsanlar bireysel olarak istedikleri tercihlerde bulunabilirler ama halkların iradesiyle bir noktada bulunan siyasal iktidarlar, soykırım sürecinde soykırımcıyla işbirliği yapamazlar. Uluslararası anlaşmalarda bu bir suç unsurudur. Eğer Türkiye soykırıma ortaklık yapmaya devam ederse yargılanacaktır. Türkiye'nin halklara bu soykırımın utancını yaşatmaması adına bu kavgayı veriyoruz.
Boykotu birkaç farklı kalemde sınırlandırarak karikatürize edip Filistin davasını itibarsızlaştırmaya çalışmak, Filistin direnişini ne kadar anlamadığımızı da gösteren bir durumdur. Çünkü biz eylemsellik ortaya koyarken Filistin direnişine bakıp eylemlerimizi ona göre şekillendiriyoruz.
Direniş açıklama yaparken X kahve markasını hedef alın demiyor, petrolden bahsediyor. Filistin direnişi bize yol göstericidir. Eylemliliklerimizi de yönlendirmeye hakları olduğuna kanaat ediyoruz. Boykot çağrısını inşa ederken birkaç kalemle olayı itibarsızlaştırmak yerine siyasal iktidarlar ve sermaye sınıfını hedef alarak Filistin direnişiyle dayanışmayı daha doğru buluyoruz.
Boykot, bir şekilde aktivizme dahil olamayan ama kendini rahatsız/çaresiz hisseden insanların bireysel aktivizm olarak sarıldığı bir yerde duruyor. “Böyle yapmayın” diyen bir yere de çıkmıyor mu söyledikleriniz?
Biz insanların çaresiz olduğu varsayımını kabul etmiyoruz. İnsanların ortaya koyacağı iradenin Filistin'e dair ne kadar doğru sonuçlar doğurabileceğini, 7 Ekim’den sonra Türkiye’de, Birleşik Devletler’de, Avrupa ülkelerinde net şekilde gözlemledik. Biz halklar olarak kuşatılmış durumdayız. Hatta çok ikonik slogan var: “Yalnız Gazze değil işgal altında olan” diye. Biz bugün emperyalizm tarafından kuşatılmış durumdayız ve bize çaresiz olduğumuz, hiçbir şey yapamayacağımız kanıksandırılmış durumda. Biz bunu reddedip, temelde bir cüret problemi olmadığını, sadece bunun doğru kanallarla doğru şekilde hayata geçilebileceğini düşünüyoruz.
Bireysel boykot noktasında insanların neyi kullanıp, neyi kullanmayacağı konusunda ortaya koyduğu hassasiyete Filistin’in müteşekkir olduğunu görüp, bunun değerli olduğunu düşünüyoruz. Ama boykotu çaresizliğin neticesi olarak tariflemiyoruz. Çünkü asıl çaresizlik bir şey yapamayacağımızı düşündüğümüz anda başlıyor. Şartlar kadar zor olursa olsun, yapılabilecek bir şey olduğunu ve gerçekçi bir siyaset üreterek gerçek muhataplarla kaçak dövüşmeden Filistin'le dayanışmanın daha doğru bir hâl olduğuna kanaat ediyoruz.
Filistin’de 400 günü aşan durum yalnızca soykırım değil aynı zamanda direnişin şanlı tarihi de oldu. Filistin halkının nasıl mücadele ettiğini birinci elden gözlemledik. Dünyadaki tüm devletlerin işgalciden yana tavır aldığını da gözlemleme şansımız oldu. Küresel intifada çağrısını halklar olarak tatbik edebiliriz. Bahsi geçen çaresizliği ortadan kaldırabilecek bir direnişi hep beraber inşa edebiliriz. Göstereceğimiz direnişle Filistin halkı, yaşadığı soykırım sürecini geride bırakabilir. O yüzden söylemlerimizi inşa ederken direnişin söylemlerine kulak vermeyi ve sahip olduğumuz hürriyeti bir başka iradeye teslim etmemeyi, siyaset haline getirmemiz gerekiyor.
Bu süreçte zorluklar sıkıntılar, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar olabilir. Polis şiddeti Türkiye'de tatbik ettiğimiz şeyler. Ama mücadelemiz sürüyor, sürmeye devam edecek. Cezaevindeki arkadaşlardan bir mektup geldi. Silivri Cezaevi’nde bulunan bir kadın arkadaşımız “Filistin için şahitlerimizi ortaya koyduk. Şimdi sıra dışarıdaki dostlarımızda. Onlara da güveniyoruz. Onlar bizim bıraktığımız yerden mücadeleye devam edeceklerdir” diyor.
Hem cezaevinde bulunan arkadaşlarımıza hem de Filistin halkına ahdimizdir:
“Mücadele onların bıraktığı yerden daha güçlü bir şekilde devam edecek.”
Editörün notu: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı protesto ettikleri için tutuklanan ve bu söyleşide referans verilen 9 kişi söyleşi gerçekleştikten sonra serbest bırakıldı.
Turkey recap, Türkiye gündeminden haberler sunarken aynı zamanda Türkiye'de haber yayıncılığını ve gazetecileri desteklemek ve hep birlikte üretmek amaçlarıyla kurulmuş bağımsız bir haber kaynağıdır.
Editoryal ekibimiz tarafından kurulan ve kâr amacı gütmeyen bir dernek olan Kolektif Medya Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Turkey recap Türkçe ve İngilizce dillerinde yayın yapar, derinlemesine analizler ve ülke gündemini özetleyen bültenler üretir.
Gonca Tokyol, Şef editör @goncatokyol
Diego Cupolo, Genel yayın yönetmeni @diegocupolo
Ingrid Woudwijk, Yönetici editör @deingrid
Damla Uğantaş, Türkçe editörü @damlaugantas
Emily Johnson, İngilizce editörü @emilyjohnson
Azra Ceylan, Ekonomi muhabiri @azraceylani