İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 23 Mart’ta tutuklanması, küresel anlamda otokratikleşmenin sembolü haline gelen Türkiye için bile bir dönüm noktası oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en güçlü rakibinin hapse girmesi, ana muhalefet partisi CHP’ye yöneltilen soruşturmalarda yüzlerce kişinin yargılanması ve iktidarın partiye el koyacağı söylentileri ile birlikte Türkiye, katı bir diktatörlüğe dönüşmenin eşeğine geldi. Bu Türkiye için sert bir yönetim değişikliği teşkil edecektir. Öte yandan da Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninin bir sonraki aşamasını değerlendirmek için küresel etkileri olur, zira “rekabetçi otoriterlik” gibi hibrit yönetim biçimlerinin yerini daha baskıcı modellerin aldığı yeni bir çağa girdiğimizi teyit etmiş olacaktır.
Türkiye geçtiğimiz 15 yılda rekabetçi otoriterliği anlamak için örnek bir vaka teşkil ediyor. Siyaset bilimci Steven Levitsky ve Lucan Way’in 2000’li yılların başında geliştirdiği bu konsept, tamamen otoriterliklerden daha fazla demokratik öne barındıran ama yine de demokrasi olarak görülemeyecek rejimleri betimliyor. Türkiye geçen en az 12 yıldır otokratikleşiyor; 2018 yılında Freedom House olarak ülkeyi “Özgür Değil” kategorisinde sınıflandırmıştık. Üst sıralarında yer alsa da Türkiye, 2018 yılından beri bu kategoride. Türkiye’de medyaya ve sivil topluma yönelik baskıların artmasına ve Erdoğan’ın yargı, kolluk güçleri, ordu ve diğer tüm devlet kurumları üzerindeki kontrolünü artırmasına rağmen İmamoğlu ülkenin en büyük şehrinde üst üste seçimler kazanmayı başarmıştı. Bunun ötesinde Erdoğan’la yarışabilecek bir rakip olarak ortaya çıkmıştı— bunu yalnızca anketler değil, Erdoğan’ın kendisini hapse atmak için aldığı büyük risk de gösteriyor.
Bir yıl önce İmamoğlu ve diğer muhalefet adaylarının birçok belediyeyi kazanmasının ardından Erdoğan, güncel siyasi dengelerin kendisinin aksine işlediğini anladı. 2015 yılında partisinin meclis çoğunluğunu kaybetmesinin ardından Kürt siyasi hareketiyle yürüttüğü barış politikalarına sırtını dönerek milliyetçi hareketle ittifak kurduğu gibi, güçte kalmak için ülkenin siyasi haritasını yeniden çizmeye çalışıyor.
İlk hamlesi Kürt muhalefet partisini köşeye sıkıştırmak oldu. Yıllardır süren baskınlar, tutuklamalar ve kayyum atamalarına rağmen Kürt hareketinin sivil kolu direncini koruyor. Ancak toplumun diğer kesimlerinden az destek görerek devlete karşı tek taraflı mücadele etmekten yoruldukları da açık. Öte yandan PKK’nın Irak’taki üsleri de Türkiye’nin insansız hava aracı saldırıları ve suikastleri ile vuruluyor. Suriye’de Aralık ayında gerçekleşen devrim de Ankara’nın yakın bir müttefikini iktidara getirdi ve PKK’nın ülkenin kuzeyindeki müttefiki olan Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) yalnız bırakarak bazı bölgelerden çekilmeye zorladı. Aynı zamanda Donald Trump’ın göreve gelmesinin ardından ABD’nin askerlerini SDG’nin topraklarından çekmesi beklentisi oluştu. Bu da SDG’yi Türkiye’ye yakın gruplar ya da bizzat Türkiye ordusu tarafından gerçekleştirilebilecek son bir harekata karşı savunmasız bırakacaktır.
Kürt hareketinin dezavantajlı olduğu bu dönemde Erdoğan ile aşırı sağ müttefiği Devlet Bahçeli, tecritteki PKK kurucusu Abdullah Öcalan aracılığıyla yeni bir “barış süreci” başlattılar. Bu girişimin sonucu olarak Şubat ayının sonunda Öcalan, yıllardır ilk kez mektup gönderdi ve PKK’nın kendini feshetmesi çağrısında bulundu, Türkiye’den anlamlı bir taviz olmaksızın. Öcalan’ın mektubundan sonra Kürt hareketi Türkiye’deki Kürtler için demokratikleşme ve hakları koruma altına almak üzere devlete karşı herhangi bir koz toplamaya çalışırken, herkesten fazla Kürtlere zarar veren bu savaşı sonlandıracak barış sürecini ilerletmeye çalışıyor. En çok tartışılan senaryolardan biri Kürt hareketinin, Erdoğan’ın süresizce görevinde kalmasını sağlayacak anayasa değişikliğini desteklemesi ve karşılığında Öcalan ile Selahattin Demirtaş’ın özgür bırakılması.
İmamoğlu’nun tutuklanması da Erdoğan’ın stratejisindeki kuşatma hareketini gözler önüne serdi. İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalar arasında, Türk savcılarının muhaliflere sık sık yönelttiği yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma suçları bulunuyor. Sıra dışı bir suçlama ise İmamoğlu’nun, geçen seneki yerel seçimlerde Kürt hareketiyle eşgüdüm şekilde hareket etmesinin terör örgütü kuruluşu teşkil ettiği yönünde. İmamoğlu bu suçlamalardan tutuklanmadıysa da, savcılar hala kendisini bunlardan suçlu bulma hakkına sahip. İronik olan da, Erdoğan Kürt hareketiyle anlaşmaya çalışırken rakiplerinin aynı şeyi yapmaktan yargılanabiliyor olması. CHP İmamoğlu’nu tasfiye etmediği takdirde partiye kayyum atanabileceği söylentileriyle birlikte ele alındığında bu suçlamaların hedefi, CHP’yi Türk milliyetçileri ve progresif kırılımları arasında parçalamak gibi görünüyor.
Eylemciler İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto ederken polis şiddetindeki ve medya üzerindeki baskıda görülen artış sırasında Erdoğan’ın temel iddiası gözden kaçabilir: Türk halkını yalnızca kendisinin temsil edebileceği. Bu iddia sekiz sene önce Demirtaş tutuklandığında da barizdi, ki bu tutuklamada CHP de ne yazık ki suç ortağıydı. Bu iddia artık yalnızca, Türk devleti tarafından şaibeli görülen Kürt hareketini değil, CHP'nin kendisini de yuttu. Bu iddia, demokrasi gösterişçiliğini de tamamen bıraktı.
Dolayısıyla rekabetçi otoriterlik konseptindeki rekabet unsurunu ortadan kaldırarak geriye yalnızca otoriterliği bırakıyor. Birçok lider artık otoriterliği saklamaya ya da açıklamaya çalışmıyor; istediklerini yapma hakkını görevlerinin bir parçası olarak görüyorlar. Cezasızlığı önleyen normlardan görünürde bile uzaklaşmayı sağlayan bu evrim, dünyanın yeniden aştığına pişman olacağı tehlikeli bir eşik teşkil ediyor.
ABD’deki ikinci Donald Trump hükümeti, daha da belirginleşen ‘önce Amerika’ tavrıyla geleneksel müttefiklerden uzaklaşırken ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin gibi otoriterlerle işbirliği yaparken, Türkiye’de demokrasi için Washington’dan anlamlı bir destek gelmemesini olası kılıyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu hafta gerçekleşen Washington ziyaretinin gündeminde görülen, ABD’nin kısa süreli anlaşma yapma eğilimi Erdoğan’ı vazgeçirecek seslerin kısıldığını gösteriyor. Bu durumda diğer demokratik müttefiklerin katılımı daha da önemli hale geliyor, özellikle de zayıflayan transatlantik birliği karşısında Avrupa güvenliğini ve direncini artırmanın yollarını ararken. Avrupa Ankara’ya dair diğer önceliklerini ilerletmeye çalışırken göz yummanın cazibesi de artacaktır. Ancak Avrupalı liderler geçen 20 yılda öğrenilen şu dersi unutmamalı: Kıtanın sınırlarındaki diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’deki rejimin otoriterleşmesi güvenliği azaltacak ve riski büyük ölçüde artıracaktır.
Turkey recap, Türkiye gündeminden haberler sunarken aynı zamanda Türkiye'de haber yayıncılığını ve gazetecileri desteklemek ve hep birlikte üretmek amaçlarıyla kurulmuş bağımsız bir haber kaynağıdır.
Editoryal ekibimiz tarafından kurulan ve kâr amacı gütmeyen bir dernek olan Kolektif Medya Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Turkey recap Türkçe ve İngilizce dillerinde yayın yapar, derinlemesine analizler ve ülke gündemini özetleyen bültenler üretir.
Diego Cupolo, Genel yayın yönetmeni @diegocupolo
Emily Johnson, İngilizce editörü @emilyjohnson