Geçtiğimiz yaz Türkiye’de sosyal medya, Akbelen Ormanı’nı kurtarmak isteyen aktivistlerin kömür madeninin genişletilmesini durdurmak amacıyla yaptıkları gösterilerde çevik kuvvetle karşı karşıya gelmesine dair haberlerle çalkalandı.
Eylemciler görmezden gelinmiş ve kömür madenini genişletme planları sürdürülmüş olsa da etkinliklerini paylaştıkları resmî X sayfalarındaki fotoğraf ve videolarda da görünen “Her yer direniş, her yer Akbelen” ve “Doğa rant kapısı değildir” gibi sloganların bulunduğu pankartlarla Akbelen hareketi devam ediyor.
Ne var ki bu görsellere daha yakından bakıldığında eylemciler arasında pek az sayıda genç görülüyor. Bu durum, yakın geçmişte Türkiye’de yapılan diğer çevre eylemleri için de geçerli. Eylemlere öncülük edenler sıklıkla temel geçim kaynaklarını sağladıkları alanları korumaya odaklanan, görece daha yaşlı köylüler.
Yaşça daha genç ve kentli yurttaşlar, çevre hareketlerine gösterdikleri düşük katılımın nedenleri arasında olası hukuki ve ekonomik sonuçlardan duydukları yoğun endişenin bulunduğunu gitgide daha sık ifade ediyor. Bu eğilim dünya genelinde iklim aktivizmine büyük ölçüde gençlerin öncülük ettiği gerçeğiyle çelişse de tüm bu çekincelerin ortasında bazı çevre projeleri Türkiye’de başarıyla kök salıyor.
Akbelen’de konuştuğumuz çevre aktivistlerinden Mehmet, siyasi baskılar nedeniyle soyadını vermek istemiyor. 28 yaşındaki Mehmet’e göre durum özeti, “tutuklanma korkusunun hâkim” olması.
Mekanda Adalet Derneği üyesi 27 yaşındaki Yağız Eren Abanus ise “Gençler maddi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, bu yüzden iklim eylemlerine katılamıyorlar ve iklim aktivizmi yalnızca ayrıcalıklı olanlara özel bir şey haline geliyor” diyor.
Bu zor durum, Türkiye’deki ekolojik sorunların giderek arttığı bir dönemde yaşanıyor. Türkiye, Avrupa’dan en çok plastik çöp alan ülke. Aynı zamanda Avrupa’nın en yoğun hava kirliliğine sahip ülkesi olan Türkiye’de sera gazı ve CO₂ emisyonları 1990 yılından bu yana iki katına çıkmış durumda. Özellikle yüzey sularındaki azot kirliliğine bağlı olarak su kirliliği de önemli bir artış gösterdi.
Bu çevresel sorunlar, yüksek enflasyon ve para birimindeki devalüasyonun işaret ettiği ekonomik gerileme ile daha da artıyor. Ayrıca bu haber için görüştüğümüz kişiler, 2016 yılındaki darbe girişimi, COVID-19 salgını ve 6 Şubat depremlerinin ardından giderek artan otokratik politikaların etkilerinin ülkedeki aktivizmi daha da zayıflattığını ifade ediyor.
Boş sokaklar
Mevcut koşulların doğurduğu kısıtlamalardan en çok mağdur olanlar gençler gibi görünüyor. Birçoğunun yaşı o zaman eylemlere katılmak için çok küçüktü ama 2013’teki Gezi Parkı eylemlerini sosyal medyada veya arkadaşları ve aileleri aracılığıyla takip etmişlerdi.
Yakın geçmişteki çevre mücadeleleri şehir meydanlarından uzaklaşarak kırsal ve kentsel alanlar arasında bir kopukluk yaratsa da kamusal toplantı alanlarında sosyal medya kullanımının artmasına yönelik eğilim de hızlandı.
Yine soyadını vermek istemeyen, Yeşil Yaşam Derneği üyesi 28 yaşındaki Esra, “Pandemiden önce eylemlere, etkinliklere katılmak için sokaklardaydık ama 2019’dan sonra etkinliklerin çoğu dijital hale geldi, bu yüzden insanlar sokak eylemlerini unuttu” diyor: “İnsanlar ayrı düştü.”
Polen Ekoloji Kolektifi üyesi 27 yaşındaki Elis ise öğrencilerin yüz yüze eğitim yerine dijital ortamda eğitim görmelerinin etkisine dikkat çekiyor: “Önce pandemi, sonra da depremle birlikte okullar çoğunlukla uzaktan eğitime geçtiği için gençler sosyalleşme imkânı bile bulamadı.”
Kriminalize edilme korkusu ve demokratik kurumlara duyulan güvensizlik
Tüm bunlarla eşzamanlı olarak Türkiye’nin çevre konusundaki karnesini kırıklarla dolarken Türkiye, sivil özgürlükler, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında da küresel sıralamalarda istikrarlı bir şekilde gerilere düştü. Freedom House’un Dünya Özgürlük Raporu 2023 endeksinde “özgür değil“ olarak notlandırılan Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler’in 2023 yılı Basın Özgürlüğü Endeksinde ise 180 ülke arasında 165’inci sırada yer alıyor.
Doğanın Çocukları üyesi 21 yaşındaki Caner Altay, devlet kurumlarına ve özellikle yargı sistemine yaygın bir güvensizlik olduğunu söylüyor:
“Türkiye’de AKP iktidarının son dönemlerinde tüm kurum ve kuruluşların işlevsiz hale getirildiği bir zamana geldiğimizi görüyoruz. Bağımsız karar verebilen tek bir hâkim ya da savcı kalmadı.”
Polen Ekoloji Kolektifi’nin bir diğer üyesi Tuğçe ise devlet kurumlarıyla ilişkilerinde karşılaştıkları zorluklardan bahsediyor:
“Eylem yapmak istediğimizde kanuna göre eylem yapacağımıza dair [yetkililere] bilgi vermek yasal olarak yeterli, ama genellikle valilikler veya idari makamlar eylemin bizim kendi güvenliğimiz için yapılmaması gerektiğine karar veriyor. Çok fazla zorlukla karşılaşıyoruz. Gözaltı baskıları, eylemlerimiz gerekçe gösterilerek verilen hapis cezaları ve bu şekilde aktivizme doğrudan engel olmaya yönelik korkutmalar bunlardan bazıları.”
Sokak eylemlerinin çoğu polis şiddeti veya müdahalesi ile karşı karşıya kalıyor. 2020 yılındaki pandemi kısıtlamaları sırasında valilikler, çevre aktivistleri de dahil olmak üzere çeşitli gruplar tarafından düzenlenen barışçıl eylemleri yasaklamak için halk sağlığı endişelerini gerekçe olarak kullandı. Bu gibi yasakların potansiyel katılımcılar arasında hukuki sonuçlara dair korkuların artmasına yol açtığı görülüyor.
Kaz Dağları Direnişi üyesi 27 yaşındaki Derya Özturan da durumu şöyle özetliyor: “Basın açıklaması ve benzeri eylemler sonucunda soruşturmalar başlatıldı, gözaltılar yapıldı. Gençleri korkutan şeyler aslında bunlar.”
“Marjinaller” ve “dış güçler”
Hükümet, Gezi Parkı eylemlerinden bu yana muhaliflere yaptığı Batı kaynaklı “dış güçlerin” destekçileri, ajanları yaftalamasını giderek artırıyor. Bu tanımlamalar eylemcileri devlet düşmanı olarak resmederken hükümetin toplumsal çevre aktivizmini “marjinalleştirmesinin” de önünü açıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Ağustos ayı başında Akbelen eylemleri hakkındaki konuşmasında “Çevreci görünümlü marjinallerle ilgilenmiyoruz, işimize bakıyoruz” diyerek doğrudan bu dili kullanmıştı.
Bu kısıtlayıcı siyasi iklim nedeniyle Yokoluş İsyanı gibi dünya çapında gençlerin öncülük ettiği çevre hareketleri, Türkiye’de kamusal alanlarda veya çevrimiçi tartışmalarda çok düşük bir görünürlüğe sahip.
Tarım ve Orman Bakanlığı, Türkiye’deki iklim değişikliği politikaları ve çevre aktivizmi ile ilgili görüş taleplerimizi yanıtsız bıraktı.
Ekonomik kaynakların yetersizliği
Bir diğer caydırıcı faktör ise Türkiye’de 2018 yılından bu yana çeşitli biçimlerde süren ekonomik kriz. Yaygın finansal güvencesizlik sıklıkla Türkiye’de gençlerin çevre sorunlarını ikincil bir mesele olarak görmesine yol açıyor.
Gençlerin uygun fiyatlı üniversite yurtlarının az olması, kira fiyatlarının katlanarak artması ve işsizlik nedenleriyle ağırlaşan barınma sorunlarıyla da karşı karşıya olduklarını ifade eden Doğanın Çocukları’ndan Altay, “Gençlerin [çevreci] örgütlere katılamamasının sebebi, eylemlere katılacak, istedikleri yere gidecek maddi imkânlarının olmaması” diyor.
“İnsanlar hayatta kalma mücadelesi verirken çevreci hareketlere katılmalarını istemek gerçekçi değil.”
Polen Ekoloji Kolektifi’nden Elis ise aktivizmin, olası para cezalarının yanı sıra hukuki prosedürler için gereken avukat masrafları bakımından da yüksek maliyetlere yol açabileceğini hatırlatıyor:
“Her taraftan baskı var, ama özellikle ekonomik baskı çok yoğun. Öğrencilerin maddi gücü ev tutmaya, kalacak bir yer bulmaya bile yetmiyor, bu da ekolojik hareketlere katılmalarını çok zor bir hâle getiriyor.”
Yeşil umut
Tüm siyasi ve ekonomik zorluklara rağmen Türkiye’deki çevre örgütleri yine de bazı zaferler kazanıyor.
Bunlardan birisi olan TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele) Vakfı, 1992 yılından bu yana ağaçlandırma faaliyetleriyle ormanlara yeniden yaşam veriyor.
Diğerleriyse ekoloji ile ilgili konulardan oluşan ücretsiz erişilebilen çevrimiçi bir kütüphane geliştiren Ekoharita (EcoMap) gibi kimi çalışmalarla içerik oluşturmaya ve farkındalık yaratmaya odaklanıyor. Ayrıca Ekoharita, ülkedeki tüm ekolojik toplulukları içeren bir Türkiye haritası da oluşturmuş.
Madencilik faaliyetlerine karşı 30 suç duyurusunda bulunan Muğla Yeşil Yaşam Derneği tarafından da bazı mahkeme kazanımları elde edildi. Dernek bugüne kadar 17 davayı kazandı, 13 dava ise halen devam ediyor.
Gençlik hareketi alanında ise Doğanın Çocukları, genç kuşakları çevre mücadeleleriyle bir araya getirme konusunda ilerlemeler kaydediyor.
Türkiye’de zamanının bir kısmını çevre aktivizmine ayıran ve yakınlarını ikna etmeye çalışan en az birkaç yüz genç var. Bunlardan biri, bağımsız bir aktivist olan ve çeşitli çevre örgütleriyle çalışan 23 yaşındaki Ramazan Cenk Akgül.
“Çalışıyoruz, mücadele ediyoruz, durmayacağız” diyor Akgül. “İnsanları bilinçlendirmek neredeyse imkânsız çünkü 20 yıldır cumhurbaşkanı aynı kişi.”
“Bazıları mücadele etmek istemiyorlar çünkü hayatlarından, çocuklarından, paralarından, her şeyden endişe ediyorlar. Ama … doğa yok edilirse, dünya ve gezegen tüketilirse yapacak hiçbir şey kalmayacak.”
Bu makale Oğul Köseoğlu tarafından çevrilmiştir.
Turkey recap, Türkiye’deki haber medyasını ve gazetecileri desteklemek, ileri taşımak için İstanbul’da kurulmuş bağımsız bir haber platformudur. Turkey recap, kâr amacı gütmeyen bir dernek olan Kolektif Medya Derneği bünyesinde faaliyet göstermekte ve editöryal ekibimiz tarafından hazırlanmaktadır.
Gonca Tokyol, Şef editör @goncatokyol
Diego Cupolo, Genel yayın yönetmeni @diegocupolo
Ingrid Woudwijk, Yönetici editör @deingrid
Verda Uyar, Dijital büyüme yöneticisi @verdauyar
Sema Beşevli, Stajyer editör @ssemab_
Onur Hasip, Stajyer editör @onurhasip
Bu makale, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle hazırlanan çevre raporları dizisinin bir parçasıdır ve hiçbir şekilde Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin görüşlerini yansıttığı şeklinde yorumlanamaz.