Reha Ruhavioğlu: Demirtaş'ın hapiste olduğu bir durumda insanların tokalaşıyorsak barışıyoruz ümidi olmaz
Araştırmacı Reha Ruhavioğlu'yla DEM Parti'nin seçimler ve sonrasındaki performansını, olası "normalleşme" ihtimallerini konuştuk
Türkiye’nin son yerel seçimlerinin üzerinden altı ay geçti. Seçim sonuçları Türkiye siyasetinde aktif rol oynayan partilerin her biri için önemli veriler ortaya koyarken Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) içinse ülkenin doğu-batı ekseninde ciddi farklar barındırdı.
Kayyımların yönetiminde girilen seçimlerde doğu illerindeki belediye sayısını artıran DEM Parti, batıda ise neredeyse her yerde aday göstermesine rağmen seçmenlerinin büyük kısmını Cumhuriyet Halk Partisi’yle (CHP) paylaştı.
DEM’in Kürt illerinde sandığı gitmeyen AKP seçmeninin artmasıyla birlikte oyunu artıramasa da oy oranını ve elindeki belediye sayısını artırarak seçimlerden başarılı bir şekilde çıktığını düşünen araştırmacı Reha Ruhavioğlu, yaptıkları araştırmalara göre bölgede DEM’e yönelik desteğin ve sandığa gitme refleksinin 31 Mart’tan bu yana yükselişte olduğunu ifade ediyor.
Ruhavioğlu’na göre DEM’in üzerinde durması gereken meseleler ise Haziran 2015 seçimlerinden bu yana devam eden oy kaybı, taktiksel hamlelerle CHP’ye giden oyların bir kısmının kalıcılaşması ve bölgedeki Kürtler ile batıdaki Kürtler arasındaki sosyolojik ayrışma.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçen hafta Meclis’in açılışında DEM’li siyasetçilerle tokalaşması ve sonrasındaki “yumuşama” açıklamaları üzerinden herhangi bir beklentiye girmek için erken olduğunu belirten Ruhavioğlu, neredeyse sekiz yıldır cezaevinde olan Selahattin Demirtaş serbest bırakılmaksızın ve Kürt illerindeki kayyım uygulamalarından tamamen vazgeçilmeksizin normalleşme beklemeninse gerçekçi olmadığına inanıyor.
Turkey recap, DEM Parti’nin yerel seçimler ve sonrasındaki performansını, CHP ile yaşadığı oy geçişkenliğini ve MHP lideri Bahçeli’den geçen hafta gelen tokalaşma hamlesi ile yeni bir çözüm süreci umudunu Reha Ruhavioğlu’yla konuştu.
Yerel seçimin sonuçları Kürt seçmenlerin eğilimleri açısından bize neler söylüyor?
31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını iki türlü değerlendirmek lazım. DEM'in belediye sayısı arttı ama temsil ettiği seçmen sayısı artmadı. Seçime katılım düşük olduğu için DEM bazı yerlerde daha yüksek oy oranına ulaştı, sandığa gitmeyenleri dahil ettiğimizdeyse oyu düşmeye devam etti. Ama son seçimler zayıflamış olsa da Kürt seçmenlerin hala Kürt partisinden vazgeçmediğini gösterdi.
Seçmen partiye bir mesaj verdi: Senden vazgeçmiyorum ama sen de kendine bir çeki düzen ver, bu toplumun siyasal temsilini yeterince üstlenip yürütemiyorsun. Eğer aksini düşünseydi seçmen daha coşkulu bir katılımla sandığa giderdi. Baktığımızda, 7 Haziran 2015'te HDP'ye oy veren her iki Kürt'ten neredeyse bir tanesi 2023'te YSP’ye oy vermedi.
Yerel seçimlerde de Mayıs 2023'ün moral bozukluğu Kürt seçmen üzerinde etkisini göstermeye devam ediyordu. Bazı illerde, mesela Diyarbakır'da yüzde 60'lara düştü katılım. Belediyeler DEM'in elinde değildi, kayyım yönetiyordu, insanların moral motivasyonları düşmüştü, zaten 2023'ten bir mağlubiyet vardı, o yüzden de yüksek katılım yoktu
Ama belediyeler kazanılınca bir miktar geri döndü. Şu anda benim de mutfağımda yer aldığım kamuoyu araştırmalarına göreyse DEM’in oyu 31 Mart seçimlerinin üstüne çıkmış vaziyette. Seçime katılım arzusu da seçim gününden daha yüksek görünüyor.
Bazı yerlerde yüzde 30'lardan fazla seçime katılmayan vardı, bugün 20-25 bandına gerilemiş durumda. Kürt seçmen, DEM Parti'ye “ben sana oy verecektim ama sandığa gitmedim çünkü siyasetten umudum yoktu, artık sandığa gitmeyi ve sana oy vermeyi düşünüyorum” demeye başladı. Bu da HDP'nin oyunu bir miktar daha canlandırdı.
Bunda da esas etkili faktör yerel yönetimlerin tekrar alınması ve buradan hem bir belediyelerimizi geri aldık hikayesinin kurulması hem de kazanılan belediyelerle somut, ölçülebilir bir seçim başarısının ortaya konması. Bu da insanları DEM’e tekrar bir miktar yakınlaştırdı. Belediyeler partiyle vatandaş arasındaki köprüyü tekrar kurdular, tabiri caizse vatandaş bir miktar daha siyasete ısınmış oldu.
DEM Parti lehine sandığa gitme motivasyonu 31 Mart'ın üstüne çıkmış durumda, dolayısıyla bölgedeki oyları artıyor.
Bu durum Türkiye’nin her yerindeki Kürt seçmenler için geçerli mi?
Şimdiye kadar yaptığım değerlendirmeler bölgede, Kürt şehirlerinde yaşayan Kürt seçmenle ilgili. Genele bakarsak Türkiye'nin batısında yaşayanlarla Kürt illerinde yaşayanlar şeklinde net biçimde bir ayrım oluşuyor.
Türkiye'nin batısındakiler DEM yerel seçimlerde aday gösterse de stratejik olarak yine CHP adaylarını desteklediler. DEM’in tahmininin ötesinde bir oy geçti karşı tarafa. DEM 10 puanlık oyunun 3-4'ünün kendisinde kalacağını, kalanının CHP'ye geçeceğini hesap ediyorken bazı yerlerde oyunun tamamına yakını, yüzde 80'i CHP’ye geçti.
Bu durumda bir parti kendisine şunu sormalı: Ben bütün seçmenimi oraya yönlendireceksem niye aday çıkardım? Bu benim prestijim için dezavantaj değil mi? Eğer seçmenimin birazını tutmak, geri kalanını göndermek üzere bir strateji yürüttüysem o halde neden tutmam gereken kısmını kadarını tutamadım?
Durum bence batıdaki Kürt seçmenin muhalif duygusunun Kürtlüğünün önüne geçerek bir ivme kazandığını söylüyor. Türkiye'nin batısındaki Kürt seçmen özellikle DEM’in iktidar olmasının mümkün olmadığı belediye seçimleri gibi durumlarda muhalefete yöneldi.
DEM Parti, 2023 seçimlerinde Türkiye'nin batısında çok ciddi bir oy kaybı yaşadı. Şunu biliyoruz ki Türkiye'de her üç Kürt seçmenden biri batıda yaşıyor. Nüfusun üçte birinin olduğu bir yerde siz bu kadar dramatik bir oy kaybı yaşıyorsanız; bu, baraj riski ortadan kalktığında seçmenin Kürt partisinin değil de muhalif partinin seçmeni gibi davrandığını gösteriyor.
Özellikle DEM’in milletvekili seçimine girmediği, belediyeyi kazanma ihtimali olmadığının görüldüğü yerlerde Kürt seçmenin büyük bir kısmı, özellikle potansiyel DEM Parti seçmeni ya da eski seçmeni muhalefeti destekliyor. Bu da bize bölgedeki Kürtler ve batıdaki Kürtler arasında sosyolojik farklılıkların ortaya çıktığını bize söylüyor. Evet, Kürtlüğü bir kimlik olarak taşıyorlar ama batıda refleksler ile davranışları belirleyen şey kimlik olmuyor, daha çok muhalif bir motivasyon oluyor.
Türkiye'nin batısındaki seçmenin bölgeden farklı talepleri var -daha rahat bir hayat sürmek, ayrımcılığa uğramamak, belediyenin, kentin nimetlerinden faydalanabilmek... Bunları nerede gerçekleştirebileceğine bakıp seçim tercihini bu şekilde yapıyor. Batıdaki Kürt seçmende muhalif duygu daha öne çıkıyor.
Bütün bunları henüz yayınlamadığımız araştırmaların da sonuçlarından hareketle söylüyorum, bir sosyolojik ayrışma var. Türkiye'nin batısındaki Kürtler, Kürt partisinin kazanacak adaylardan biri olmadığı durumda diğer muhalif partiye çok rahat destek verebiliyor.
Bakın Urfa'da da benzer bir şey oldu. DEM’in en az beş puanı Kasım Gülpınar'a geçti. Çünkü DEM seçmeni seçimin Kasım Gülpınar'la AK Parti arasında olduğunu fark etti. Yeniden Refah'ın AK Parti oylarını bölme ihtimali üzerinden DEM’in kazanabileceğini düşünüp daha fazla yüklenmesini beklerdiniz ama seçmen öyle dememiş. Seçmen, bu seçim Kasım ve AK Parti arasında olacak, DEM kazanmayacak, o halde biz Kasım Gülpınar’ın kazanmasına yardımcı olalım diye bir yatırım yapmış.
Seçim öncesinde yaptığımız haberlerde DEM’in batıda gösterdiği adayların bir önceki seçimin altında oy oranlarına ulaşması durumunda bunun bir “başarısızlık” olacağı yorumları yapılmıştı. Bu ne kadar haklı bir yorum? Bir de DEM Parti’nin bu bahsettiğiniz tabloya dair bir politika geliştirdiğini düşünüyor musunuz?
DEM Parti seçmenine ne olursa olsun karşı tarafa vermeyin, bize verin demedi. Bunu deseydi fire ne olurdu bilmiyoruz. Ama varsayımsal konuşabiliriz. Biz daha önce yaptığımız araştırmalarda DEM Parti seçmeninin yaklaşık yüzde 50’sinin DEM aday çıkarsa da çıkarmasa da, taktik ya da stratejik olarak muhalefeti desteklese de desteklemese de muhalefetten yana tercihte bulma eğiliminde olduğunu görüyorduk. Bu da şunu gösteriyor: Diyelim ki DEM 10 puanın olduğu bir yerde çok iddialı olsa ve ısrarla bastırsa bile seçmenin en fazla yarısını elde tutabilir. Ama şu oldu, DEM Parti kapıyı açınca bazı yerlerde seçmenin tamamına yakını gitti.
Yine de sonuç ne olursa olsun bence yerel seçimler DEM açısından başarısızlık değil. Fakat ders alınması gereken bir süreç. Sonuçta siz yerel seçimlerde belediye sayısını hedeflersiniz, belediye sayısını da artırmışsınız. Kaybettiğiniz yerler varsa neden kaybettiğinize bakarsınız -ki DEM’in kaybettiği tek tük yer de seçmen taşıma iddialarının gölgesinde tartıştığımız yerler.
Ama DEM bir ders çıkardı mı, Türkiye'nin batısındaki Kürt seçmenle nasıl konuşacağına dair bir önüne bir şey koyup çalıştı mı diye baktığımda buna rahatlıkla evet diyemiyorum. Ben 2023 seçimlerinden sonra halk toplantıları sürerken de böyle bir şey görmediğimi söylüyordum ve görmüyordum.
Sebep biraz şu: 2023'te yüzde 8,8 alınca biz vatandaşla halk toplantıları yapacağız ve neden oy kaybettiğimizi anlamaya çalışacağız dendi. Gidip kendisine hala oy veren kemik seçmene sordu HDP biz neden oy kaybettik diye. İnsanlar ya da partiler böyle durumlarda daha önce kendilerine oy vermiş ama son seçimde oy vermemiş insanlara gidip bize neden oy vermediniz derlerse daha doğru cevabı bulurlar. Ama kendisinden uzaklaşmamış kemik seçmene gittiklerinde çıkarımları dinlerler. Bunlar yerine doğrudan muhataplarla konuşmak lazım.
Aslında tam da bunu yapamamanın bir sebebi var. Kendisine bugüne kadar oy vermiş ama 2023'te oy vermemiş insanlarla gidip konuşmayı akıl etmemek, DEM'in oy kaybetmesiyle benzer bir düşünme sürecinin devam ettiğini söylüyor. Nedir o? Ben 7 Haziran 2015'ten beri DEM Parti seçmeninin fazlaca heterojenleştiğini ama partinin hala yüzde 5,5-6,5 oy alan bir parti gibi siyaset yapmayı sürdürdüğünü görüyorum.
Demirtaş ve HDP rüzgarıyla insanlar geldi, 1 Kasım’da bazıları geri gitti ama sonuçta oy oranı yine yüzde 11'lerdeydi fakat bu insanlar giderek azaldı. AK Parti'den kopup gelen insanlar mesela DEM Parti’nin siyaset etme biçiminin kendilerinin çok uzağına düştüğünü, siyaset biçiminin çok kuşatıcı ve kapsayıcı olmadığını gördüler. O sebeple yavaş yavaş geri çekildiler.
Bu insanlar nereye gidelim diye arıyorken de CHP iyi bir adres olarak çıktı ortaya. DEM Parti de CHP'ye oy versek mi diye vicdan azabı çekenlere bir çözüm sundu, dedi ki gidin verin. İnsanları, kendisine oy verenleri ya da verebilecekleri kendi eliyle CHP'ye yöneldirdi. Bunu taktiksel bir hamle olarak yaptı ama o seçmenin dörtte biri geri dönmedi.
Yaptığımız hiçbir araştırmada yerel seçimlerde CHP'ye oy veren dört DEM seçmeninden biri geri dönmedi. Örneğin 12 puanlık DEM Parti seçmeni İstanbul'da Ekrem İmamoğlu'na oy verdiyse onun üç puanı geri gelmedi, hep dokuz puan civarında kaldı. Nitekim genel seçimlere bakarsanız da İstanbul'da DEM Parti yaklaşık bu oyu aldı.
Devletin, hükümetin sürekli DEM’i kriminalize etmesi, DEM’le yan yana durmanın zorlaşması, DEM’in buna ve yeni seçmenine, yeni sosyolojisine dönük bir siyaset üretememesi ve CHP'nin icazetle Kürtlerin oy verebileceği bir parti olarak kodlanması hep birlikte çalışınca da CHP'nin oyları yükseldi. CHP'nin bölgede oyları yüzde 1,5-2’den 8,5-9’a geldi.
Bugün CHP bölgeden bir oy alıyorsa batıdaki Kürtlerden üç oy alıyor. Türkiye genelinde Kürtlerin hala birinci partisi DEM, ikinci partisi AK Parti, üçüncü partisi CHP. Ama batıdaki Kürtlerin net olarak ikinci partisi CHP. Bunu seçim oranları bakımından söylüyorum, hissiyat olaraksa diyebilirim ki Kürtlerin ikinci partisi Türkiye genelinde CHP olmuş durumda. Bu, CHP açısından bir fırsat ama DEM açısından bir risk aynı zamanda.
Nedir bu risk? DEM muhtemel bir seçimde kendisini muhalefetin Cumhurbaşkanı adayını desteklemek zorunda hissedecek, hele hele aday [Ekrem] İmamoğlu olursa… -Mansur Yavaş olursa çok şey değişebilir, ne olacağını kestiremiyoruz DEM ve Mansur Yavaş arasında.- Ama Ekrem İmamoğlu'nun olduğunu varsayalım, DEM desteklemekte zorlanmayacak. Böyle bir durumda da DEM’in sadece Cumhurbaşkanlığı desteği azalmayacak, CHP'ye geçen oy akışı da artacak.
DEM, CHP'nin adayına oy verdirirken seçmeni kendi partisinde tutmak gibi bir ikilemle karşı karşıya. Yönetmesi zor bir seçim. CHP'ye giden Kürt seçmenini kendi partinize geri çekmeniz için CHP'yle biraz sürtüşmeniz lazım, sürtüşürseniz de seçmeninizin CHP'nin adayına oy vermeme ihtimali ortaya çıkar. O yüzden biraz zor ama elbette eğer kayyım atanmazsa, DEM bölgede oylarını konsolide etmeyi sürdürürse, baraj sorunu yaşamazsa, batıda da düzgün ittifaklar kurarsa bunu aşabilir belki. Ama önünde böyle bir zorluk olduğunu da görmek gerekiyor.
DEM Parti uzun zamandır bir fetret hali yaşıyor, Kürt siyasetinin fetret dönemi diyoruz buna. Yerel seçim sonrasında buradan çıkmak için bir fırsat ortaya çıktı ama kısa vadede çıkabileceği konusunda iyimser değilim.
Kayyım konusuna da dönmek istiyorum. Yerel seçim öncesinde ve sonrasında herkesin gözü kayyım meselesinin üzerindeydi. Bölgedeki seçmen için de en önemli konulardan, sorulardan bir tanesiydi. Van'da bir girişim oldu, Hakkari'de kayyım atandı ama sanki süreç beklenenden daha ‘yumuşak’ geçti şu ana kadar. Bahsettiğiniz sandığa gitme refleksinin değişmesi, DEM’e desteğin artması konularında bunun ne kadar etkisi oldu? Bir de bölgede beklentiler ne yönde olası bir kayyım konusunda?
Bir kere şunu söylemek lazım 2019'daki kayyım atamaları da Ağustos'ta başlamıştı, seçilir seçilmez kayyım atanmadı. Bu sefer de Ağustos'ta atanmadı, henüz Eylül-Ekim'deyiz, hala atanmış deği ama bu atanmayacak demek de değil.
Kaygı çok yüksekti, bende de öyleydi. Fakat kayyım atanmadan geçen süre uzadıkça insanlarda kayyım atanacağı beklentisi, endişesi de azalıyor. Ancak kaygının azalması olasılığın azaldığı anlamına gelmiyor. Sonuçta bu bir siyasi karar. Bu akşam kayyım atama kararı verilebilir ve kayyımlar atanabilir. Ben bu ihtimali zayıf görmüyorum. Biraz zayıflamış görüyorum.
Diyelim ki yüzde 70'den yüzde 60'a düşmüş görünüyor ihtimal olarak ama ölçebilir bir haldeysek yüzde 20'lere, 10'lara düştüğünü söyleyemiyoruz. Çünkü bir güvence yok. Van'da bir hamle gördük, o karar geri alındı ama sonra Hakkari’de kayyım atandı, Hakkari şu anda kayyımla yönetiliyor. Yani fiili olarak aslında kayyım atamaları başlamamış değil.
Ben AK Parti'nin bu konuda net bir karar verdiğini sanmıyorum. Biraz normalleşme sürecine bağladık, -CHP ile birlikte herkesle normalleşme, ama o hızlıca bitti. Bu günlerdeyse Devlet Bahçeli’nin normalleşelim, içeride barışalım açıklaması insanların aklına şunu getiriyor: Eğer Türkiye'de iyi kötü bir normalleşme olacaksa kayyım atamamakla olur. Hem kayyım atayalım hem de normalleşelim olmaz. O yüzden bu açıklamalar da kayyım atanma ihtimalini düşürüyor gibi ama ben dediğim gibi her an, her gün yaşanma riski olan bir süreç görüyorum. Çünkü Türkiye'de hukukun gayet keyiflilikle icra edildiği, siyasetin ihtiyaçlarına göre hukukun işletildiği bir düzende yaşıyoruz.
Konusu da açılmışken Bahçeli'nin geçen haftaki hamlesine ve sonrasındaki açıklamalarına gelmek istiyorum. MHP liderinin açıklaması nasıl karşılandı bölgede, bir şaşkınlık yarattı mı?
Ölçtüğümüz bir şey yok ama gözlemlerime dayanarak söyleyeceğim, biraz şaşkınlık, biraz da Türkiye normalleşiyor mu sorusuyla birlikte bir olumlama var. Devlet Bahçeli'nin DEM'lilerle tokalaşması, DEM'lilerin de Bahçeli'yle tokalaşması normal şeyler, böyle olması lazım, böyle olursa hayatımız bir miktar daha iyi olur, kayyım gelmez, Kürt siyaseti baskı altında olmaz gibi bir halet-i ruhiye var. O sebeple burası olumlu karşılanıyor ama bunun ötesinde bir anlam yüklenmiyor. Çünkü daha önce yürütülmüş daha ciddi süreçler var.
Bir de Selahattin Demirtaş'ın hapiste olduğu bir durumda insanların tokalaşıyorsak barışıyoruz ümidi olmaz. Bu işin çok sembolik göstergelerinden bir tanesi Selahattin Demirtaş'ın hapisten çıkması olur. Abdullah Öcalan'ın hapisten çıkması gibi bir beklentisi yok insanların -teknik olarak çok zor bir mesele olduğu için söylüyorum. Ama Demirtaş sivil bir siyasetçi, bu halkın sivil lideri -tarihteki en popüler sivil lideri, ve bütün Kürtlerin hemfikir olduğu şey haksız yere hapiste olduğu. Böyle bir lideri hapiste tutmaya devam ederken Kürtlerin bu sürece çok ciddi bir anlam atfedeceğini düşünmüyorum.
Ama bunun nasıl süreceğiyle ilgili bir veriye sahip değiliz henüz, biraz izleyip görmek gerekiyor. Yani Bahçeli'nin sınırlarını çizdiği normalleşme nasıl bir normalleşme? Sınırlarını çizdiği barışmak nasıl bir barışmak? Nereye kadar? Onu görmek gerekiyor. Bununla ilgili de henüz elimizde yeterince done yok.
AK Parti cenahından bir açıklama gelmedi mesela, ne olumladılar ne ters bir şey söylediler. Ben kişisel olarak o günün spontane geliştiğini, Bahçeli'nin buna sonradan bir anlam yükleyerek bir izahta bulunduğunu düşünüyorum. Baştan planlanmış bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Bahçeli'nin, HDP'nin bir siyaset etme biçimi var. Bunu iyilikle sürdürmek zor ülkenin bu koşullarında. Ama tabii ki sürdürebilirlerse ne ala. Kürt siyasetiyle Türkiye'nin milliyetçi siyaseti birbiriyle konuşabilir hale gelirse bunun Kürtler için de, Türkler için de, Türkiye'nin geri kalanı için de olumlu yansımaları olur. Ama ötesini görmeden çok büyük anlamlar yüklemek lazım. Özellikle 2013-2015'den aldığımız tecrübeler itibariyle çok zor gibi geliyor bana. Biraz ne olacağını görmek gerekiyor.
Varsayımsal olarak konuşursak daha önce yaşananların ardından Kürt seçmen yeniden bir ‘çözüm’, ‘normalleşme’ süreci girişimine inanmaya hazır mı?
Herkes o sürecin sonrasında yaşananların etkisini fazlasıyla hissediyor ama burada birkaç şey var. Sonuçta AK Parti'ye güvenmeyen insanlar AKP'nin adım atmasıyla bir güvence kazanacaklar. Burada önemli olan herkesin, her siyasi aktörün kendi tabanına bir güven vermesi ve kendisini bu işin temsili olarak kabul etmesi. DEM’in tabanı olan Kürt seçmen bu işe güvenecekse DEM siyasetinin güvence vermesiyle güvenecek, AK Parti'nin demesiyle olmayacak bu.
2019'da tekrar eden yerel seçimi hatırlayın. Öcalan'dan bir mektup geldi değil mi? O mektup Kürt seçmenin tercihini hiç etkilemedi. Niye etkilemedi? Çünkü o mektup Kürt siyasetinin filtresinden geçerek ulaşmadı Kürt toplumuna. Anadolu Ajansı'nın, hükümetin ağzından ulaştırıldı. Seçmen “bir dakika ya, Abdullah Öcalan böyle bir şey söylüyorsa, niye bizimkiler demiyor da bunu hükümet söylüyor? Acaba bilmediğimiz bir şey mi var” dedi. Orada mesajı çıkıp okuyan HDP'li bir siyasiçi olsaydı, mutlaka daha farklı bir etkisi olurdu Kürt seçmen üzerinde.
Elbette ki herkesin birbirine karşı bir güven sorunu var. Ama eğer DEM ile AK Parti bir süreç yürütecekse birbirlerine nasıl güven verebileceklerini kendileri bizden daha iyi biliyor. Türkiye bu konularda tecrübeli bir ülke, garantörlük müessesesinin hem içeride hem de uluslararası düzeyde nasıl kullanabileceğini biliyor.
Birbirleriyle bir süreç yürütmeyi kabul ettikten sonra da bunu tabanlarına anlatmakta zorlanmayacaklardır. Ne DEM Türkleri ikna etmeye uğraşır bu süreçte ne de AK Parti DEM’in tabanını ikna etmeye çalışır. Herkes kendi tabanını ikna etmeye, güvence vermeye çalışır.
Muhtemelen herkes şey diyecektir: Evet biz 2013-2015'ten dersler aldık ve bu derslerin ışığında yeni bir şey yapıyoruz. Zaten yapılacak şey de yeni olacaktır. İşler, işin yürütülme biçimi, yöntemi, talepler, tavizler, müzakere konuları çok fazla yenilenecektir ve muhtemelen bu sefer sivil siyasetin merkez aktör rolünün daha güçlü olduğu bir yerden yürünecektir. PKK hiç olmaz demiyorum ama DEM’in rolünün daha güçlü olduğu, Demirtaş'ın pozisyonunun daha kuvvetli olduğu bir süreç olur. Daha farklı mekanizmalarla olur ve taraflar kendi tabanlarına güvence sunarlar.
Şunu da eklemek lazım; silah hala Kürt siyaset alanına müdahale eden dominant bir güç. Silahlı mücadele Türkiye sathında devam ettikçe DEM’in bundan olumsuz etkilenmemesi mümkün değil. Türkiye toplumu haklı ya da haksız olsun, DEM’in sivil siyaset alanına silahın gölgesinin düştüğü kanaatinde. Kürt seçmen de yükün sivil siyaset tarafından omuzlanıp taşınmasını istiyor, bekliyor. Sivil siyasetin önünü açacak bir şey silahın siyaset alnından çekilmesi. Ben Türkiye sathında silahın jübilesinin geciktiğini düşünüyorum.
Olası bir çözüm sürecine dönersek, öyle bir durumda DEM seçmeni AKP’ye değil kendi partisine mi güvenecek?
Evet, diyecekler ki sen oturup konuşuyorsan tamam. Kılıçdaroğlu Diyarbakır'a geldiğinde sokakta vatandaş “Demirtaş Demirtaş” diye bağırıyordu. O da diyordu ki “ben Demirtaş'ı çıkaracağım”. Bu da Kürt seçmenle Kılıçdaroğlu arasında yeterli bir iletişimdi.
Çünkü seçmen şöyle düşünüyor: Benim temsilcim Demirtaş. Sen de Demirtaş'ı hapisten çıkaracaksın. Bu artık aranızda konuşacağınız anlamına geliyor. Gerisini o senden ister zaten. Benim istememe gerek yok. Gerisini benim adıma, benim temsilcim ister, benim temsilcim bana ihanet edecek değil.
O noktada liderler ve kurumlar kendi tabanlarını yeni bir sürece ikna ederler ve bu süreç eskiden ders alınmış bir süreç olur.
Keşke böyle bir süreç olsa. Bugün Türkiye'nin çıkarlarının korunduğu ama Kürtlerin de öncesine kıyasla kendilerini daha statü sahibi hissettikleri bir dengeyi sadece Türkiye’de değil her yerde kurmak mümkün. Yeter ki “Kürt anasını görmesin” siyasetini anlamlı bir şekilde değiştirme kararı alınsın. Onun dışında ben zor olduğunu düşünmüyorum.
Bugün Türkiye ile Kürtlerin hem Türkiye’de hem de güneyde -Suriye ve Irak'ta, daha iyi müttefik olma ihtimalleri yüksek. Burada sorumluluğunun büyüğü ise Türkiye hükümetinde yoksa Rojava'da Mazlum Abdi zaman zaman Türkiye'yle oturup konuşmaya hazırız, bizden Türkiye'ye tehdit gitmez diyor ama bunun Türkiye tarafında kabul edilmesi ve masaya oturması gerekiyor.
Turkey recap, Türkiye gündeminden haberler sunarken aynı zamanda Türkiye'de haber yayıncılığını ve gazetecileri desteklemek ve hep birlikte üretmek amaçlarıyla kurulmuş bağımsız bir haber kaynağıdır.
Editoryal ekibimiz tarafından kurulan ve kâr amacı gütmeyen bir dernek olan Kolektif Medya Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Turkey recap Türkçe ve İngilizce dillerinde yayın yapar, derinlemesine analizler ve ülke gündemini özetleyen bültenler üretir.
Gonca Tokyol, Şef editör @goncatokyol
Diego Cupolo, Genel yayın yönetmeni @diegocupolo
Ingrid Woudwijk, Yönetici editör @deingrid
Damla Uğantaş, Türkçe editörü @damlaugantas
Emily Johnson, İngilizce editörü @emilyjohnson
Azra Ceylan, Ekonomi muhabiri @azraceylani